1. YAZARLAR

  2. Alper Mikdat Akıncı

  3. Bazen bir ses bile aşk yaşatır insana!
Alper Mikdat Akıncı

Alper Mikdat Akıncı

Yazarın Tüm Yazıları >

Bazen bir ses bile aşk yaşatır insana!

A+A-

1993’lerin ortalarıydı.

Tepeden tırnağa İslamcı bir radyo kanalı kurmuştuk.

Hiçbirimizin radyoculuk geçmişi yoktu.

Bir vericimiz, bir teyp, bir de mikrofonumuz vardı.

Marş kasetlerini çalmak kolaydı da, konuşma aralarında anons ettiğimiz marşların, ezgilerin hazırlanması zahmetli bir işti.

Çalacağımız marşı göz ya da el kararı olmaksızın bir şekilde bulur, başına getirmek için de ileri geri sardırırdık.

Ne şarkı dinletirdik ne de türkü.

Bir gece yarısı o tabuyu da yıktım, Ahmet Kaya şarkısı dinlettim, neredeyse aforoz edilecektim.

Mikrofona konuşur, mikrofonu teybin hoparlörüne tutar öyle dinletirdik. Bir hayırsever ağabeyimiz mikser aldı da kurtulduk.

Canlı telefon bağlantıları, öğrenci evi sohbetleri, mektup programları, konuklar, senaryosunu kendimizin yazdığı, kendimizin oynadığı kısa metrajlı radyo tiyatroları gün geçtikçe daha da çekti içine.

Mektuplar geliyordu, içinde aşk mektupları da vardı.

Programcı arkadaşların seslerine aşık olan kızlar, nasıl da kendilerinin birer mücahide olduklarını anlatmaktan da geri durmuyorlardı.

Postacı beklenir olmuştu, adına mektup gelenler zarfı açıp okumaya başladığında gözlere fer geliyor, dudaklardan tebessüm yüzlere yayılıyordu.

Gün geldi sıkıyönetim ilan ettim, “Okunmasında sakınca yoktur” kontrolünden geçirmeye başladım, öyle teslim ettim arkadaşlara. Üzerinde “Kişiye özeldir” yazması, zarfın yapıştırıldıktan sonra açılıp açılmadığını belirten çift çizgilerin bulunması falan umursadığım bir şey değildi.

Mektup dönemi kapandı, telefonla aranma dönemi başladı. Aradığı kişi telefonu açmadığında istek yazdırılıyor, aradığı kişi çıktığında arkadaşlar rol kabiliyetini konuşturuyordu; istek alıyormuş gibi kağıda kaleme sarılsalar da, konuşmayı fazla uzatmak mümkün değildi, yine de birkaç kelam etmek yetiyordu.

Sanatçıların hayran kitlesi kadar olmasa da hepimizin bir hayran kitlesi vardı. İnsanın etkilenmemesinin, hayal dünyasına dalmamasının önüne geçecek kadar zırhlarımız da yoktu.

Bir akşam telefon çaldı, telefonu can dostum Şakir Kapçı açtı. Bir bayanın “Beni istediğini” söyledi.

Sesi titriyordu, çok acil görüşmesi gerektiğini, hayati bir mesele olduğunu söyledi.

Telefonda paylaşmasını istedim, yüz yüze anlatacağı bir konu olduğunu söyledi.

Radyoya davet ettim, “Bir hastanede çalıştığını, nöbetçi olduğu için çıkamayacağını” yalvarır bir ses tonuyla “Hastaneye mutlaka gelmemi” istedi.

Şakir’le birlikte hastaneye gittik. Söylediği serviste bekliyordu. İlk cümlesi, “Niye yalnız gelmediğimi” sormak oldu.

Arkadaşımın göreceği uzaklıkta bir kenara çekildik, “Bu kadar önemli olan konu ne” dedim. Gözlerini gözlerime dikti, bakışlarımı kaçırdım, “Ben size aşığım” dedi.

İlk kez görüyordu, ilk kez görüyordum, çok güzel bir kızdı, bir sese aşık olunabileceğini de anlıyordum. Şaşırdım, şaşkınlığımı bir anda toparladım, “Biz bu durumu bazen yaşıyoruz” dedim. Aslında ilk kez yaşıyordum.

Allah’a emanet olun” dedim, ayrıldık.

Onur kırıcı bir durumdu ama ne yol biliyordum ne yöntem.

Her şeyden önce konuşarak meseleyi tatlıya bağlamak bile bize yakışmazdı.

İdeolojik bir raconumuz vardı.

Bir insanın her şeyi göze alarak o duruma gelmesi kolay bir şey değildi.

Yıllar sonra anladım ki, yaşadığı aşk değil yalnızlıktı.

Bir söz dokunmuştu, bir ses dokunmuştu, bir hikaye alıp başını savurmuştu.

Aslında yadırgamadım, ayıplamadım, ben de uzun süre radyo programcısı bir kızın konuşmalarını dinledim, mektup da yazdım. Gizemli bir dinleyici olmayı da başarmıştım. Mektuplarım okunduğunda benim de daldığım hayaller vardı.

Sesinin büyüsüne kapıldığım kızla gün geldi, iki radyocu olarak tanıştık.

Gördüğüm gün içimde büyüttüklerimin hepsi bir anda tükenmişti, sesi kadar kendi güzel değildi.

İnsanın ruhu güzel olacak” diyenlerden olamadım.

Ruhumdaki çirkinlikleri saçsaydım etrafıma, benim de yüzüme bakan çıkmazdı.

Önceki ve Sonraki Yazılar