Ahmet Şükrü Kılıç

Ahmet Şükrü Kılıç

Yazarın Tüm Yazıları >

Dönüşüm

A+A-

Ankara’yı beton yığınları olarak görmedim hiçbir zaman, bu şehri seviyorum. 2002 Yılından buyana yaşadığım bir şehir, kendimi Ankaralı gibi de hissediyorum. Havası, suyu, hülasa her şeyi bana iyi geliyor. Bu şehrin kalabalığı da yalnızlığı da almak isteyen insana çok şey katıyor.

Farkında olsun ya da olmasın insanı iki dudağın arasında bir anda krallaştıran, bir anda tahtını alaşağı eden, kaderin cilvelerini her an insanın ense kökünde hissettiren gücünü kendi üzerimde hissetmedim, daha doğrusu hissettirecek bir duruma gelmedim.

Kendi özgürlüğümü seviyorum.

Kendi kaderimi kendim çizemeyecek olsam da, kendilerini kader yazıcı olarak görenlerin tasmaları hiç geçmedi boynuma.

Birkaç gündür görüştüğüm bürokratların, siyasilerin geçmişi yadeden, onun üzerine bina ettikleri gelecek beklentileri her ne kadar sıkıcı da gelse, iç muhasebeden uzak eleştiri, tenkit ve keşfedilmişliklerinin yeniden hatırlanması beklentilerine şaşkınlık yaşamadan kulak verdim.

Teselli etmek yakışık almazdı, yetinme bilmeyen insanların beklentilerine cevap verecek bir makamda değilseniz, bazen haklı bulmanız bazen de hafiften iğnelemeniz yeterli olacaktır.

Kendi kırgınlığı içinde yaşayan insanlara soğuk su olmak, onları kendine getirecek bir yöntem değildir, eskiden otobüs yolculuklarında aynı koltuğu paylaştığım, belki de hiçbir zaman bir daha görmeyeceğimi bilmenin rahatlığı içinde şok tebliğ çıkışlarım olurdu, bir soru işareti bırakmak bile önemliydi. Tanıdığım insanlara karşı bir tahammülüm var, sabrımı zorladıklarında devreleri yakacak bir şeyler söylediğim de oluyor, söylesen ne olacak demeyin, en azından temcit pilavı yemekten kendinizi kurtarıyorsunuz.

Siyaset insana hedefler belirleyen bir mecra, ille de siyasetçi olmanız gerekmiyor, aynı siyasi düşünceyi paylaşmanız, devlet kadrolarının makamlarından sizlere kişisel yakınlıklarınıza göre makamlar tahsis ettiriyor.

Sermayenin el değiştirmesi nasılsa, siyasette de güç el değiştiren, gücü elinde bulunduranın kendine yakın insanları istihdam eden bir realitesi var.

Beklentilere, isteklere, yetişmişlik gerçeklerine kim karşı çıkabilir ki? Bu heves ve istekler olduğu için devletler ve kurumlar varlığını devam ettirebiliyor. İşin liyakat kısmına hiç takılmıyorum. Liyakat istenilen yerler ne kadar liyakatlı ki, liyakatlı insan tercihleri olabilsin? İşimize geldiğinde liyakattan, işimize gelmediğinde işi bilen insandan bahseden anlayışların hakim olduğu zamanları, hangi siyasetçi, hangi bürokrat kendine ilke edinmedi ki?

Bu ülkede siyasetçi, bürokrat, iş bilen, işi bilmese de öğrenen birçok insan var. her şeyi bilen insan sayısına derman yetmez zaten. Bugüne kadar siyasetin birçok şeyi değiştireceğine inandık, birçok şeyin siyasetle değiştiğine tanıklık da ettik. Toplumu dönüştürmesi gereken gücü siyasetten beklediğimiz için büyük yanılgılarımızın büyük hayal kırıklıklarını yaşadık.

Toplumsal dönüşümün tek bir yolu var. Devleti yöneten yönetsin, fazla değil bir kısım insanın derdi de millet olmalıdır. Milletin refah düzeyini artırmak siyasilerin işidir, toplumun şahsiyet sorununu çözecek olan sadece özgür insanlar olabilir. Hiçbir beklentisi olmayan, kendine hedef koymayan, isteklerin kendisini ister istemez özgürlüğünden edecek davranış ve tavırları alışkanlık haline getireceğini bilen, iki dudağın arasına sıkışmayacak gövdeler taşıyan insanların olması gerekiyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar