1. YAZARLAR

  2. Ahmet Şükrü Kılıç

  3. Adaletin Gecikmiş Nefesi: Nusret Argun
Ahmet Şükrü Kılıç

Ahmet Şükrü Kılıç

Yazarın Tüm Yazıları >

Adaletin Gecikmiş Nefesi: Nusret Argun

A+A-

Bir adam düşünün… Hayatını sıradan bir takvimle ölçemezsiniz. Çünkü o takvim yapraklarının arasında kıvrılmış suskunluklar, yalnızlıkla örülmüş duvarlar ve demir parmaklıkların ardında büyüyen bir insan sesi vardır. O ses, yeryüzünde duyulmayan en gür sestir: mazlumun susturulmuş haykırışı. Tam altmış altı ay boyunca yankılanmadan çürümüş bir çığlık.

Beş buçuk yıl. Bir ömrün kırılarak yere düştüğü, zamanın bile başını eğdiği, duvarların şahide dönüştüğü, ayların değil acıların sayıldığı o kara yıllar. Onu 180 yıl hapse mahkûm ettiler. Evet, yazıyla: yüz seksen. Rakamlar bir zulmü sayılamaz kılmak için kullanıldığında adalet mahşere ertelenmiş olur. Oysa bu mahşer bu dünyadaydı. FETÖ’nün elinden çıkan en büyük kumpasın adıydı bu mahşer.

Nusret Argun’un hayatı karartılmadı sadece; ondan gün ışığı çalındı, yeryüzüyle gökyüzü arasındaki bağ koparıldı. Annesini son kez göremedi. Kızının düğününe gidemediyse bu bir ceza değil, cehennemi bu dünyada yaşamak demekti. Oğlu hastaydı. Rapor aldı. Raporun sahte olduğu gerekçesiyle annesiyle birlikte 23 kişi yargılandı. Merhametin bile susturulduğu, suçun nesilden nesle miras sayıldığı bir karanlık dönemdi bu.

FETÖ yargısı sadece bedenini hapsetmedi, emeğine de kelepçe vurdu. Bütün mal varlığına el kondu. Ama ne gariptir ki Gaznet ve diğer enerji şirketlerindeki hisselerine bilinçli olarak dokunulmadı. Çünkü orada daha büyük bir talan planı kurulmuştu. Sermaye artırımı bahanesiyle 150 milyon dolarlık hissesi 16 milyon dolara iç edildi. Bu, hukuk diline sığmaz bir yağmadır; bu, insafı taşıran bir ihanettir.

12 şehirde doğalgaz dağıtan, 7 bin kişiye ekmek kapısı olan bir yapıyı çöle çevirdiler. Sebep mi? Himmet alamamaları. Allah adına kurduklarını söyledikleri bir yapının, Allah’ın rızasını değil kendi çıkarlarını merkeze koyduğu o çürümüş yapının maskesi böyle düştü.

Ama zaman döndü. 17 Aralık kumpası sonrası hukuk kendine bir nefes aralığı buldu. Yasa değişti. O, içeriden çıktı. Lâkin çıktığı günkü adam değildi artık. İçeride sadece yıllar değil, insanlar da pişti. Ateşin içinden ham bir demir gibi girip, kılıç gibi keskin döndü. 2014’te açtığı dava, Türkiye’de “FETÖ davası” olarak ilk kez kayıtlara geçti.

Ve o günden sonra adım adım yürüdü karanlığın üzerine. Şikâyetler etti, ihbarlarda bulundu, sadece lafta değil, fiilen 800 kişinin ifadesinin alınmasını sağladı. Emniyetin ve KOM’un elindeki ifadelerle örgüt şeması çözüldü. Konya’dan Türkiye’ye yayılan bir çözülmenin anahtarını taşıdı. Mücadele onun elleriyle şekillendi, bazen bir kurban olarak, bazen de bir öncü olarak.

Onun gayretiyle yargılanan yüzlerce FETÖcü, onun bastığı nasırla ortaya döküldü. O, sadece bir isim değil, bir duruştu. Fırtınaya karşı dimdik duran bir çınar gibi. Dalları kırılmış olabilir ama kökü toprağın ta derinine uzanıyordu.

Şimdi bazıları hâlâ onu anlamıyor. Kaç düşman edindiğini kendisi de bilmiyor. Çünkü hesaplaşmayı kişisel kavgaya dönüştürmedi. Onunki bir inanç savaşıydı. Adalete olan inancın, milletine duyduğu sadakatin ve Hakk’a sığınıp zulme direnişin savaşıydı bu.

15 Temmuz gecesi, herkes meydanlara çağrılırken o çoktan meydandaydı. Çünkü o, 15 Temmuz’un sadece gecesinde değil, gecesinden önceki gölgesinde de vardı. O gölgeyi aralayarak yürüdü. Ve ardından gelenler için iz bıraktı.

Şimdi zamanın alnına onun adını kazımak gerek: Nusret Argun. Bu milletin vicdan defterine, adalet mücadelesine ve şehitlerin ardından yürüyenlerin öncüsüne selam olsun.

Biz sadece 15 Temmuz gecesini değil, o gecenin zeminini kuran mücadeleleri de hatırlayacağız. Ve unutmayacağız: Bazen bir adam, bir dosyadan çok daha fazlasıdır. Bazen bir ömür, bir mahkemenin kararından daha gür haykırır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar