1. YAZARLAR

  2. Ahmet Şükrü Kılıç

  3. Bir direnişin doğuşu: Hamas
Ahmet Şükrü Kılıç

Ahmet Şükrü Kılıç

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir direnişin doğuşu: Hamas

A+A-

İhvan’ın gölgesinde Gazze’de doğan bir fikrin izleri

 

Elinizdeki yazı dizisi, Hamas’ın doğuşunu bir örgütten bir halk hareketine, bir direnişten bir siyasî temsile uzanan çizgide takip eder. Her yazı, yalnızca bir süreci değil, aynı zamanda işgal altındaki bir halkın sabırla, bedelle ve inançla ördüğü bir varoluş hikâyesini anlatır. Bu satırlar, yalnızca bir hareketin değil, mazlumun susmayan iradesinin izini sürmektedir.

 

Bir direnişin doğuşu, Hamas’ın siyasallaşması süreci

 

Filistin’in işgalle yoğrulan topraklarında yükselen direniş fikri, sadece taşla, silahla ve barikatla değil; aynı zamanda kitapla, vaazla, zihinle ve sabırla örülmüştür. Bu direnişin en güçlü damarlarından biri, Mısır’da 1928’de Hasan el-Benna’nın attığı bir tohumla Gazze’ye dek uzanan Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) çizgisidir. İhvan, başlangıçta Mısır’daki emperyalist işgale, kültürel çözülmeye ve Batılaşmaya karşı bir İslami diriliş hareketi olarak doğmuşsa da, çok geçmeden bu düşünce sınır tanımayan bir mücadele felsefesine dönüşmüştür. Filistin bu çağrının en yankılı durağı olmuştur.

 

1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Mısır’dan gelen İhvancı gönüllüler, Gazze’deki halkla ilk temaslarını kurdular. O dönem bu temaslar daha çok cami vaazları, yardım faaliyetleri ve eğitim girişimleriyle sınırlıydı. Ancak bu temasların en kalıcı etkisi, 1950’li yıllarda Gazze’nin yoksul mahallelerinde yeşeren yeni bir İslami bilinçti. İşte bu bilincin içinde doğan ve büyüyen bir çocuk, daha sonra bu fikrin en kararlı bedenine dönüşecekti: Şeyh Ahmed Yasin.

 

1936’da Filistin’in Askalan kentinde doğan Ahmed Yasin, 1948 Savaşı sonrası ailesiyle birlikte Gazze’ye göç etmek zorunda kaldı. Henüz çocuk yaşta geçirdiği bir kaza nedeniyle boyundan aşağısı felç kaldı. Bu fiziksel engel, onu toplumdan uzaklaştırmak bir yana, halkın içinde sabır ve azimle yükselen bir otoriteye dönüştürdü. Özellikle 1960’lardan itibaren Mısır’ın Gazze üzerindeki etkisinin artması, Ezher geleneğine yakın İslamî metinlerin daha çok dolaşıma girmesi ve İhvan’ın düşünsel ağının yayılmasıyla birlikte Ahmed Yasin, İslami bilinç çevrelerinde tanınan bir figür hâline geldi.

 

Ahmed Yasin’in asıl gücü, silah değil söz, emretmek değil ikna etmek, korkutmak değil eğitmek üzerine kuruluydu. O, Gazze’de camileri birer okul hâline getiriyor, vaaz kürsülerini birer strateji masasına dönüştürüyor, gençleri sadece ibadete değil şuur, sorumluluk ve ümmet bilinciyle dolu bir direnişe çağırıyordu. Özellikle İslam Üniversitesi’nin kurulması sonrası, burada örgütlenen öğrenci kulüpleri ve yardım ağlarıyla Ahmed Yasin’in etkisi kurumsallaşmaya başladı. Artık o yalnızca bir hoca değil, örgütlü bir fikrin taşıyıcısıydı.

 

1970’li ve 1980’li yıllar, Ahmed Yasin’in öncülüğünde Müslüman Kardeşler’in Filistin kolunun giderek daha örgütlü, sistematik ve halkla bütünleşik hâle geldiği yıllardır. Bu süreçte doğrudan “Hamas” ismi kullanılmamıştır; ancak cami dernekleri, eğitim çalışmaları, öğrenci teşkilatları ve yardım komiteleri aracılığıyla bir “hareket fikri”doğmuştur. Ahmed Yasin’in çevresinde şekillenen bu yapı, daha sonra Hamas’ın çekirdek kadrosunu oluşturacak olan doktorlar, öğretmenler, esnaflar ve dava adamlarıyla örülmüştür.

 

Bu dönem, İhvan’ın sadece bir fikrî ilham değil, aynı zamanda örgütlenme modeli olarak da benimsenmesidir.Şûrâya dayalı karar alma, halkla doğrudan temas, sade yaşantı, sabır ve kararlılık gibi İhvancı ilkeler; Ahmed Yasin’in Gazze pratiğinde halkla buluşmuş, adeta direnişin bir halk hareketine dönüşmesinin zemini olmuştur.

 

Bu sessiz ama sağlam örülmüş zemin, çok geçmeden İsrail’in güvenlik raporlarına, Mısır’ın istihbarat notlarına ve Batı’nın endişeli diplomatik yazışmalarına konu olmaya başlayacaktı. Çünkü artık Gazze’de yalnızca öfke değil, örgütlü bir bilinç vardı. Ve bu bilinç, adım adım Hamas’a doğru yürüyordu.

 

Zincirler arasında olgunlaşan direniş

 

Direniş yalnızca özgürlük içinde yeşermez; bazen zincirler arasında, dört duvarın soğuk taşları arasında, baston yerine demir parmaklıkları tutan ellerde büyür. Şeyh Ahmed Yasin’in hikâyesi, yalnızca bir liderin değil, bir fikrin esaretle sınanıp halkla bütünleşmesinin hikâyesidir. 1984’te İsrail tarafından tutuklanması, onun mücadelesinde bir kırılma değil, tam tersine bir sıçrama noktası hâline gelmiştir.

 

1980’lerin başında, Gazze’deki İslamcı halk hareketi gittikçe güçleniyor, özellikle gençler arasında Ahmed Yasin’in vaazlarına katılım artıyordu. Bu artan etki, İsrail’in dikkatini çekmeye başlamıştı. Şeyh Yasin, o dönem henüz açık bir silahlı direniş çağrısı yapmasa da, cami merkezli örgütlenmenin alternatif bir toplum düzeni oluşturduğunugören İsrail yönetimi, bunu doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak algılamaya başlamıştı.

 

1984’te İsrail istihbaratı, Ahmed Yasin’i yasadışı silah temin etmek, gizli bir örgüt kurmak ve saldırı planlamaksuçlamalarıyla tutukladı. Bir evde yapılan baskında bazı hafif silahlar ele geçirildi ve bu, onun uzun süreli hapis cezasıyla sonuçlanan davasının temel gerekçesi olarak kullanıldı. Mahkeme, Yasin’i 13 yıl hapis cezasına çarptırdı. Ancak bu mahkûmiyet, Ahmed Yasin’in mücadelesini zayıflatmak yerine, onu direnişin ahlâkî sesi hâline getirdi. Çünkü artık o, sadece halkın önünde konuşan bir figür değil; zindanların içinden yankılanan bir vicdan olmuştu.

 

Ahmed Yasin’in hapsedilmesi, Gazze halkı için bir kırılma ânıydı. Onun tutuklanması, yalnızca bir kişinin değil, bir halkın onurunun tutsak alınması anlamına geliyordu. Camilerde onun adıyla yapılan dualar, sokaklarda fısıltıyla yayılan hikâyeleri, halkın zihninde onun etrafında daha güçlü bir aidiyet duygusu inşa etti. İhvan’ın yerel kadroları onun yokluğunda örgütlenmeyi sürdürdü. O günlerde silahlı mücadele henüz resmî bir hat olmamıştı ama biriken öfke ve umut, yeraltında mayalanıyordu.

 

1997 yılında, Ürdün’de Mossad ajanlarının Halid Meşal’e suikast girişimi başarısız olunca, Ürdün’ün baskısıyla İsrail geri adım atmak zorunda kalır. Olay öyle büyür ki, Kral Hüseyin’in kararlı tutumu sayesinde İsrail özür dilemek zorunda kalır ve Meşal’in hayatını kurtaracak panzehiri verir. Bu diplomatik hezimet karşılığında ise, Ahmed Yasin’in serbest bırakılması kararlaştırılır. 

 

Serbest kaldığında artık sadece Ahmed Yasin değildi; o, artık “Şeyh Yasin” idi. Hapis, ona hem bir sembol hem bir meşruiyet kazandırmıştı. İsrail ise farkında olmadan onu düşünsel liderlikten ideolojik öncülüğe terfi ettirmişti.Zira özgürlüğüne kavuşan bir adamdan daha güçlü olan, fikri mahpusta olgunlaşmış bir liderdir. Ve o lider, çok yakında direnişin adını koyacak, intifadanın sesi olacaktı.

 

Halk ayaklanmasından hareket inşasına

 

1987 sonbaharında Filistin topraklarında artan gerilim, bir halkın sabrının sınırına dayanmak üzereydi. Gazze’nin dar sokaklarında, Batı Şeria’nın köy yollarında, Kudüs’ün taş kaldırımlarında biriken öfke, artık yalnızca İsrail işgaline değil; aynı zamanda umut eksikliğine, temsil boşluğuna ve haykırılmayan adalete karşı yönelmişti. Tam da bu atmosferde, 9 Aralık 1987’de Gazze’nin kuzeyinde yaşanan bir trafik kazası -dört Filistinlinin bir İsrail askeri aracı tarafından ezilerek öldürülmesi- halkı sokağa döken kıvılcım oldu. Bu olay, birinci intifadanın başlangıcı olarak tarihe geçti.

 

Fakat bu ayaklanma, sadece öfkenin sokağa taşması değildi. Daha derinlerde, yıllardır inşa edilen bir bilinç, bir örgütlenme, bir ruh vardı. Bu ruhun adı, Hamas olarak ortaya çıkacaktı.

 

Hamas’ın kuruluşu

 

Halk ayaklanmasının patlak vermesinin hemen ardından, Şeyh Ahmed Yasin ve yakın çevresi, daha önce İhvan bünyesinde kurdukları yardım dernekleri, öğrenci ağları, cami komiteleri etrafında toplanarak yeni bir direniş hareketi kurmaya karar verdiler. Bu yapı, 14 Aralık 1987’de yayımlanan ilk bildirisiyle resmen kamuoyuna ilan edildi:

 

Harakat al-Muqâwama al-İslâmiyya -İslami Direniş Hareketi-

 

Bu ismin Arapça baş harfleriyle oluşan kısaltma Hamas, hem “gayret, coşku” anlamına geliyor, hem de hareketin ruhunu yansıtıyordu.

 

Hamas, bir siyasi parti, bir dernek ya da bir cemaat olarak değil, bir hareket (haraka) olarak kuruldu. Çünkü bu yapı, yalnızca bir fikir değil, aynı zamanda bir yürüyüş, bir kalkış, bir halkın ahlâk ve şuurla örülmüş karşı duruşuydu. 

 

Örgütsel formu üç sacayağı üzerinde yükseldi:

 

    1.    Siyasi ve ideolojik kadro: Şeyh Ahmed Yasin önderliğinde karar alan, yön veren bir şûrâ heyeti

 

    2.    Toplumsal taban: Camilerde, okullarda, yetimhanelerde ve yardım ağlarında halkla iç içe çalışan sosyal yapılar

 

    3.    Askerî kanat:,Başlangıçta gayrinizamî hücreler, daha sonra 1991’de İzzeddin el-Kassam Tugayları adıyla kurumsallaşacak olan silahlı direnç hattı

 

Silahlı direnişin doğuşu

 

İsrail’in orantısız şiddeti ve intifadanın giderek askerîleşmesi, Hamas’ın da stratejik kararlar almasını hızlandırdı. 1988’den itibaren ilk silahlı hücreler şekillenmeye başladı. O dönem bu hücreler henüz İzzeddin el-Kassam Tugayları adını taşımıyordu. Ancak hedefleri netti:

 

– İşgal güçlerine karşı siper kazmak

– İşbirlikçi yapıların içine sızmak

– Halkı yalnız bırakmamak

 

İzzeddin el-Kassam ismi, 1930’larda İngiliz işgaline karşı silahlı mücadele yürüten bir Suriye kökenli Filistinli direnişçiye aitti. Bu isim, hem geçmişle bağ kurmak hem de İslami meşruiyet zemininde mücadeleyi temellendirmek için seçilmişti.

 

Sosyal hizmetin direnişle bütünleşmesi

 

Hamas’ın farkı yalnızca silah taşımasında değil; aynı zamanda ekmek, ilaç ve eğitim taşımasında yatıyordu. Gazze’de kurulan yardım ağları, yetimlere yönelik bakım evleri, hastane hizmetleri ve cami ders halkaları, Hamas’ı sadece bir direniş örgütü değil, bir halk hareketi hâline getirdi. Cami cemaatleri, üniversite öğrencileri, kadın komiteleri bu hareketin doğal parçasıydı.

 

Hamas için silah bir araçtı, ama toplumsal bağ kurmak bir zorunluluktu. Bu yüzden Hamas’ın sahadaki karşılığı yalnızca bir örgüt değil, halkın içinde yeşeren bir ümitti.

 

Yeni bir dil, yeni bir yürüyüş

 

Hamas’ın ilk bildirileri, klasik İhvancı dilin yanında güçlü bir Filistin milliyetçiliği taşımasa da, ümmet bilinciyle bezenmiş yerli bir İslamî direniş dili inşa etti. “Kudüs’ün özgürlüğü tüm Müslümanların görevidir” diyen bu dil, ne seküler milliyetçiliğe yaslanıyor, ne de soyut bir ümmet idealizmine saplanıyordu. Hamas, bu yönüyle hem yerli hem küresel, hem tarihî hem güncel bir çizgi kuruyordu.

 

İntifada yalnızca bir isyan değil, bir fikrin vücuda gelişi, bir halkın kendini yeniden tanımlayışı, bir direnişin harekete dönüşmesiydi. Ve o hareketin adı artık belliydi: Hamas.

 

Sisteme karşı durmak

 

Bir halkın ayağa kalkması sadece sokaklara çıkmasıyla değil, aynı zamanda var olan sisteme karşı yeni bir meşruiyet zemini kurmasıyla mümkündür. 1990’lı yıllar, Hamas için yalnızca direnişin değil, aynı zamanda sisteme karşı konum alışın yıllarıdır. Bu sistem, Filistin halkının meşru temsilcisi olarak görülen, uluslararası camiada tanınan, diplomatik platformlarda bayrak taşıyan ama sahadaki gerçekliği halktan uzaklaşan bir yapıyı ifade eder: Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve onun içindeki en güçlü yapı olan El Fetih.

 

Oslo süreci ve uzlaşmanın krizi

 

1993 yılında FKÖ ile İsrail arasında imzalanan Oslo Anlaşmaları, Hamas’ın siyasal tavrını netleştirdiği bir dönüm noktası oldu. Bu anlaşma, İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığını dolaylı biçimde meşrulaştırırken, Filistin halkına kısıtlı bir özerklik, gecikmiş bir devlet vaadi ve karşılıksız güvenlik yükümlülükleri sundu. Yaser Arafat liderliğindeki FKÖ, bu anlaşmayı halk için bir kazanım gibi sunduysa da, sahadaki insanlar için anlamı çoğu zaman kontrol noktaları, geciken izinler ve artan İsrail gözetimi oldu.

 

Hamas ise bu süreci “davanın satılması” olarak değerlendirdi. Oslo süreciyle birlikte müzakere ve uzlaşma merkezli bir siyaset öne çıkarken, Hamas buna karşılık olarak cihad, şehadet ve direniş kavramlarını daha fazla ön plana çıkardı. Silahlı direnişi yalnızca bir mecburiyet değil, aynı zamanda onurlu bir var oluş biçimi olarak sundu.

 

Meşruiyet çatışması ve iç gerilim

 

Oslo süreciyle birlikte oluşan yeni yönetim biçimi -Filistin Yönetimi- uluslararası alanda meşru sayılıyor; ama halkın önemli bir kesimi gözünde itibar kaybediyordu. Hamas bu boşluğu hızla doldurdu. Eğitim, sağlık ve yardım faaliyetleri yoluyla halkın kalbine nüfuz ederken, silahlı kanadıyla da sahada İsrail’e karşı en etkili direnişi yürütüyordu.

 

Bu süreçte Hamas, FKÖ’ye doğrudan alternatif olarak kendini konumlamasa da, zamanla halk içinde “gerçek temsilci kim?” sorusunun cevabı değişmeye başladı. Resmî meşruiyet FKÖ’deydi, ama ahlâkî ve fiilî meşruiyet Hamas’ın halkla kurduğu bağdaydı.

 

Direnişin alternatif siyaseti

 

Hamas’ın FKÖ’ye yönelttiği en temel eleştiri, onun mücadeleyi siyasetin içinde boğmasıydı. Hamas’a göre:

 

Bir davayı temsil etmek, onun sınırlarını pazarlıkla çizmek değil, halkı temsil etmek, halkın acısını taşımak ve onunla birlikte direnmekti. Bu yaklaşım, Hamas’ı sadece bir karşı çıkış hareketi değil, aynı zamanda alternatif bir siyasi bilinç alanı hâline getirdi. “Filistin sadece bir toprak değil, bir ümmet sorumluluğudur” söylemi, Hamas’ın hem dini hem ideolojik anlamda tabanını genişletti.

 

Susmayan bir hatırlatma

 

1990’lı yıllar boyunca Hamas’ın gerçekleştirdiği eylemler, yalnızca İsrail’e karşı değil; aynı zamanda uluslararası siyasetin çifte standardına karşı da birer mesaj niteliğindeydi. Batı’nın “terör” olarak tanımladığı bu eylemler, Hamas’a göre bir halkın nefes alma çabasıydı. Hamas’ın bu dönemdeki dili, ne diplomatikti ne de müzakereci; daha çok sistem dışı bir hatırlatma idi:

 

“Biz varız. Bizi masaya çağırmasanız da biz bu toprağın parçasıyız.”

 

Ve bu ses, yıllar sonra sadece sokakta değil, sandıkta da yankılanacaktı.

 

Bölgesel denge ve ittifak arayışı

 

Bir halk hareketi yalnızca içerideki dengelerle değil, dışarıdaki rüzgârlarla da şekillenir. Hamas, 1990’lı yıllarda Filistin içinde toplumsal meşruiyetini pekiştirirken, aynı zamanda bölgesel dengelere karşı dikkatli bir gözle yöneldi. Çünkü direniş, yalnızca yürek işi değil; aynı zamanda strateji, diplomasi ve sabır işiydi. Bu bağlamda Hamas, hem Arap dünyasındaki gelişmeleri hem de İslamî hareketlerin küresel ağını yakından izlemeye başladı.

 

İhvandan kopmadan özgünleşme

 

Hamas, ideolojik köklerini Mısır’daki Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinden almıştı. Ancak zamanla bu bağ kurumsal bir bağlılıktan, fikrî bir etkileşime evrildi. Şeyh Ahmed Yasin’in en fazla etkilendiği isimler arasında İhvan’ın sonraki nesil liderlerinden Muhammed Gazali ve Said Hava gibi figürler yer alsa da, Hamas sahada karşılaştığı zorluklar nedeniyle İhvan’ın daha soyut ve eğitim temelli modelini yetersiz görmeye başladı.

 

İhvan genellikle rejimlerle mücadeleyi sabırla yürütmeyi, toplumsal dönüşümü öncelemeyi tercih ederken; Hamas, işgal altındaki bir halkın acil savunma ihtiyacını önceledi. Bu farklılık zamanla Hamas’ın daha militan, daha yerli ve daha taktik merkezli bir örgütlenme modeli geliştirmesine yol açtı.

 

Şii ekseniyle mesafeli yakınlık

 

Bu dönemde İran İslam Cumhuriyeti, Hamas’a dikkat çekici bir destek sunmaya başladı. Hizbullah’ın Lübnan’da İsrail’e karşı yürüttüğü mücadele, Hamas için hem bir ilham hem de bir pratik modeldi. İran’dan gelen maddî destek, askeri danışmanlık ve medya desteği Hamas’ın bölgedeki etkisini artırsa da, mezhepsel çizgide belirgin bir ayrışma vardı.

 

Hamas, Sünnî-İslamî kimliğini açık biçimde korudu. Ne mezhepsel bir söyleme girdi, ne de Şii ekseniyle ideolojik bir birliktelik kurdu. Ancak bölgesel destek dengesinde yalnız kalmamak adına pragmatik bir ilişki yürüttü. Bu ilişki, Hamas’ın daha sonra Suriye krizi sırasında alacağı tutumla kırılacaktı. Ama 1990’lı yıllarda İran-Hizbullah ekseni, Hamas için stratejik bir nefes alma alanıydı.

 

Arap ülkeleri ve siyasi yalnızlık

 

Birçok Arap ülkesi, Hamas’a mesafeli durmayı tercih etti. Özellikle Ürdün ve Mısır gibi ülkeler, Hamas’ı kendi iç güvenlikleri için tehdit olarak gördüler. 1999 yılında Ürdün, Hamas’ın üst düzey kadrolarını sınır dışı etti. Mısır ise Mübarek rejimi boyunca Hamas’ı İsrail ile yapılacak müzakerelere engel olarak gördü.

 

Bu yalnızlık, Hamas’ı hem içe kapanmaya hem de alternatif ittifaklar aramaya zorladı. Katar gibi bazı küçük ama etkili ülkelerle temaslar kuruldu. Türkiye ise o dönem henüz bu denklemin dışında duruyordu.

 

Direnişin meşruiyet arayışı

 

Tüm bu gelişmeler içinde Hamas, sadece bir örgüt olarak değil, bir temsil hakkı olarak da kabul görmek istiyordu. Diplomatik tanınırlık elde edemese de, halkın gönlündeki karşılığı giderek büyüyordu. El Fetih’in uluslararası meşruiyetine karşı, Hamas ahlâkî meşruiyet argümanını yükseltti:

 

“Biz pazarlık yapmadık, mücadele ettik. Halkla birlikte yürüdük, halk için öldük.”

 

Bu söylem, sadece Filistin topraklarında değil, Mısır’da, Ürdün’de, Tunus’ta, Malezya’da, hatta Avrupa’daki Müslüman diasporada da karşılık bulmaya başladı.

 

Böylece Hamas, hem İslam dünyasında hem de Batı karşıtı muhalefetlerde “direnen İslamî hareket” olarak görülmeye başlandı.

 

Siyasallaşma süreci ve seçim zaferi

 

Silahlı direniş bir halkın onurunu koruyabilir ama geleceğini inşa edemez. Hamas, 2000’li yılların başına gelindiğinde bu gerçeği daha yakından idrak etmişti. İkinci İntifada ile birlikte yükselen halk desteği, El Fetih’in yozlaşan yapısı ve Oslo sürecinin çıkmaza girmesi Hamas’ı yeni bir yola çağırıyordu: siyasallaşmak. Bu, yalnızca bir araç değişimi değil; hareketin varoluş biçimini sorgulayan ve halkla bağını yeniden tanımlayan bir geçiş süreciydi.

 

Meşruiyetin sandığa taşınması

 

2004 yılında Şeyh Ahmed Yasin’in şehadetiyle Hamas, bir ideolojinin değil, halkın kalbinde yaşayan bir davanın sembolü hâline gelmişti. Aynı yıl içinde Halid Meşal liderliğindeki siyasi kanat, örgütün yalnızca askeri ve sosyal bir yapı değil, siyasi temsilci olarak da varlık göstermesi gerektiğini savundu. Bu fikir artık olgunlaşmıştı: Direniş sadece kurşunla değil, oyla da verilebilirdi.

 

Hamas, 2005 yılındaki yerel seçimlerde katıldığı bölgelerde dikkat çekici başarılar kazandı. Bu sonuçlar, halkın mevcut yönetimden duyduğu memnuniyetsizliği ve Hamas’a duyduğu güveni somut olarak ortaya koydu. Aynı yıl Mahmud Abbas El Fetih’in adayı olarak Filistin Yönetimi Başkanlığı’na seçildi. Ancak asıl kırılma, 2006 yılında yapılan parlamento seçimlerinde yaşanacaktı.

 

Seçim zaferi ve siyasi deprem

 

Hamas, 2006 yılında “Değişim ve Reform Listesi” adıyla seçimlere katıldı. Resmî olarak “Hamas” ismini taşımadan, ama onun temsilcileri ve programıyla şekillenen bu liste, El Fetih’e karşı ezici bir zafer kazandı. 132 sandalyeli Filistin Yasama Konseyi’nde Hamas 74 sandalye elde etti; El Fetih ise 45’te kaldı. Geri kalan sandalyeler bağımsızlara ve küçük partilere dağıldı.

 

Bu sonuç, yalnızca Hamas’ın zaferi değil; Filistin halkının sistem içindeki birikmiş öfkesinin patlamasıydı. Yolsuzluklara, çözümsüzlüklere ve teslimiyetçi siyasete karşı halk, sandıkta açık bir mesaj vermişti.

 

Çift başlı yönetim ve çatışma

 

Ancak seçim zaferi, meşruiyet krizini çözmek bir yana daha da derinleştirdi. Mahmud Abbas hâlen Filistin Yönetimi’nin başkanıydı. Başkanlık seçimi 2005’te yapılmış ve Hamas bu seçime katılmamıştı. Abbas’ın görev süresi hukuken 4 yıldı ama bu süre dolmasına rağmen yeni seçim yapılmadı. Yasama Konseyi’nde çoğunluğu elinde bulunduran Hamas, yasal olarak Abbas’ı seçimlere zorlayabilecek bir zemin yakalasa da, uygulamada bu imkân fiilen tanınmadı.

 

Siyasi gerilim büyüdü. Abbas, Hamas’ın iktidarına güvenlik bürokrasisi üzerinden müdahale etmeye çalıştı. ABD, AB ve İsrail ise Hamas’ı tanımadı. Ekonomik yaptırımlar, mali ambargolar ve diplomatik yalnızlık, Hamas’ı yönetilemez bir kuşatmanın içine soktu.

 

Sonunda 2007 yılında Hamas ile El Fetih arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Gazze’de kontrol tamamen Hamas’ın eline geçerken, Batı Şeria’da El Fetih iktidarda kaldı. Böylece tek halk, iki otorite durumu ortaya çıktı: Gazze Hamas’ın, Batı Şeria El Fetih’in fiilî kontrolündeydi. Bu ayrışma bugüne kadar devam etti.

 

Direnişin yeni yüzü

 

Hamas artık yalnızca bir örgüt değil, hem hükümet eden hem kuşatılan hem de hâlâ direnen bir yapıydı. Silahla başlattığı mücadelesini oyla taçlandırmış ama sistemin ona sunduğu engellerle çarpışmaya devam etmişti.

 

Bu süreç Hamas’a hem halkla kurduğu bağın derinliğini gösterdi hem de şunu öğretti:

 

“Direnişin sadece namlusu değil, sandığı da hedef alınır. Ama halkın iradesi bastırılsa da yok edilemez.”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar