Halide Edib Yahudi kökenli miydi?
Her aydın kendi ismini bir aynaya yazarken, arkasındaki karaltıyı da satır aralarına düşürür. Halide Edib Adıvar’ın ismi, Cumhuriyet’in erken dönem aydınları arasında en görünür olanlardan biridir. Fakat bu görünürlüğün içinde görünmeyen bir kimlik saklıdır: Babası Edib Bey’in kökeni. 1930’larda soyadı yasasıyla birlikte “Adıvar” ismini almış bir ailede, soyun kendisi tarihin flu perdesine asılmış gibidir. Halide Edib’in babası Edib Bey’in, çeşitli kaynaklara göre Selanikli bir Yahudi olduğu, sonradan Müslümanlığa geçtiği iddiası güçlü şekilde gündeme gelmiştir . Bu bilgi Halide Edib tarafından hiçbir eserinde açıkça dile getirilmemiş, satır aralarında bile işaret edilmemiştir. Oysa babasının sarayda çalıştığı, Sultan II. Abdülhamid döneminde maliye kaleminde görev aldığı ve kızını da Fransız mürebbiyelerle özel olarak yetiştirdiği bilinmektedir .
Bu suskunluk tesadüf müdür, yoksa bilinçli bir unutma pratiği midir? Halide Edib, erken yaşlarda İngilizce öğrenmiş, Batı klasikleriyle yetişmiş, Meşrutiyet döneminde kadınların eğitimi ve sosyal hayata katılımı üzerine yazılar yazmıştır. Ama babasının kökeni hakkında konuşmamıştır. Sadece kendi ifadesiyle “küçük yaşta annesini kaybettiğini ve babasının çevresinde iyi yetişmiş kadınların ona sahip çıktığını” söyler . Ancak babasının Yahudi kökeniyle ilgili iddialar, yalnızca bir dedikodu zinciri değil; bazı araştırmacılar bu konuda İstanbul’da yaşayan Yahudi cemaatinden gelen anlatılara ve dönemin sosyal yapısına dikkat çeker .
Halide Edib’in hayatındaki bu ilk suskunluk, onun ilerideki suskunluklarının da habercisi gibidir. II. Abdülhamid’in kendisine eğitimdeki başarısından ötürü “Şefkat Nişanı” verdiğini biliyoruz . Bu ödül, bir padişah tarafından kadın bir öğrenciye verilen nadir takdirlerdendir. Fakat Halide Edib, bu nişanı anarken bile babasının kimliğine ya da dönemin saray çevresine dair özel bir değerlendirme yapmaz.
Bu yazı, Halide Edib’in hayatının ilk halkasında, hem kendi kimliğini hem de ailesel geçmişini nasıl şekillendirdiğini sorgulamak için bir eşik sunuyor. Çünkü aydınlar yalnızca yazdıklarıyla değil, sustuklarıyla da iz bırakırlar. Halide Edib’in sessizliği, belki de ilerideki tarihî dönüşümler karşısındaki diğer suskunluklarını anlamamıza kapı aralayacaktır.
Aynı coğrafyanın çocukları
Bazen aynı toprağın gölgesinde büyüyen insanlar, farklı vadilerde yürür gibi görünseler de aynı yöne doğru akmaya başlarlar. Halide Edib Adıvar ile Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatları bu bakımdan ilginç bir paralellik sunar. İkisi de Selanikli ailelerin çocuklarıdır. İkisi de Batı eğitimiyle biçimlenmiş, modernleşme hamlelerini kendi kişiliklerinde taşıyan figürlerdir. Ama asıl dikkat çekici olan, her iki ismin de soy geçmişlerinin flu ve tartışmalı olmasıdır.
Mustafa Kemal’in soyunun kesin olarak belgelenmemesi ve annesi Zübeyde Hanım dışında ailesine dair bilgilerin oldukça sınırlı oluşu, tarihçilerin ve araştırmacıların üzerinde durduğu bir konu olmuştur. Özellikle Selanik’in karma yapısı, dönemin İttihatçı kadrolarında yer alan Sabatayist etkilerle birlikte düşünüldüğünde, bu flu kimlik meselesi ciddi bir tarihî tartışmaya dönüşmüştür .
Halide Edib’in babası Edib Bey’in Yahudi kökenli olduğuna dair iddialar ve bu kökenin Halide Edib tarafından sistemli biçimde örtülmesi, benzer bir kimlik saklama pratiğini düşündürmektedir . Her iki figür de Batı dillerine hâkimdir, İngiliz kültürüne yakındır ve milliyetçiliği, modernleşmeyi dinî aidiyetlerin önüne koyan bir tavır sergilemiştir. Bu ortaklıkların yüzeysel bir benzerlik olmadığı, İttihat ve Terakki çevresindeki masonik ve Batıcı kadrolarla olan bağlar dikkate alındığında daha açık hale gelir .
Halide Edib’in eşi Adnan Adıvar’ın mason localarına mensup oluşu, yalnızca bireysel bir tercih değil, Halide Edib’in yakın çevresinin de ideolojik bir tercihle şekillendiğini gösterir . Adıvar’ın “İlim ve Din” adlı eserinde, din ile bilimi ayrı kategorilere koyması, hatta dine mesafe koyan söylemleri onun pozitivist çizgisine işaret eder. Bu yaklaşım Halide Edib’in söyleminde açıkça görülmese de, onun sessizliğiyle örtüşür.
Halide Edib’in Kurtuluş Savaşı yıllarında ve sonrasında Mustafa Kemal’le olan işbirliği, daha sonra gelişen muhalefet ilişkisine rağmen, temel ideolojik ayrışmalardan değil, politik uyumsuzluklardan kaynaklanmıştır. Çünkü Halide Edib’in yazılarında hiçbir zaman Kemalist modernleşmeye köklü bir eleştiri yer almaz; sadece uygulamalar eleştirilir. Bu, karşıtlığın yüzeyde olduğunu ama derin benzerliklerin sürdüğünü gösterir.
Bir aydın, bazen karşı çıktığı düzenin ruhunu kendi içinde taşır. Halide Edib ile Mustafa Kemal, farklı dillerle konuşsalar da, aynı sözlüğün içinde yer alan iki kelime gibidirler. Aralarındaki yakınlık, sadece kişisel hayatlardan değil, aynı ideolojik bağlamdan, aynı coğrafyanın ve aynı tarihî rotanın çocukları olmaktan kaynaklanmaktadır.
Aydın mı, misyoner mi? Suskunlukların tarihsel yükü!
Her aydının bir sesi olur. Ama bazı sesler konuşmaktan çok susmakla yankılanır. Halide Edib Adıvar, Cumhuriyet tarihinin en fazla konuşan ve en çok susan isimlerinden biridir. Yazdığı romanlarla, yaptığı konuşmalarla kamuoyunun önünde olan bu figür, kritik zamanlarda ve belirleyici olaylar karşısında bir duvar kadar sessiz kalabilmiştir. Bu suskunluklar rastlantı değil, bilinçli bir seçimin ürünüdür.
1917’den itibaren Filistin topraklarında hız kazanan İngiliz işgali ve ardından Yahudi yerleşiminin sistemli biçimde artması, Osmanlı aydınları arasında tepkiyle karşılanan bir süreçtir. Ancak Halide Edib’in bu gelişmeler karşısında tek satırlık bir itirazına rastlanmaz. Oysa Filistin’de yaşananlar, sadece İslam dünyasının değil, Osmanlı bakiyesi bütün bir coğrafyanın vicdanını sarsmıştır. Üstelik Halide Edib, bu süreci İstanbul’da ve ardından İngiltere’de yaşamış, olaylara birebir şahitlik etmiştir .
Yine 1917’de Kudüs’ün direnmeden İngilizlere teslim edilmesi, bir yıkım anıdır. Aynı dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın da Kudüs cephesinde aktif bir direnç göstermemesi dikkat çeker . Halide Edib’in bu teslimiyet karşısındaki sessizliği, sadece bir politik tercih değil, derin bir ideolojik akrabalığın izidir. O, ne bu kayba ağıt yakmış ne de İngilizlerin işgal politikalarına karşı bir kamuoyu oluşturma çabasına girmiştir.
Dahası, Halide Edib’in İngiltere’de uzun yıllar yaşamış olması, bir başka çelişkinin kapısını aralar. Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal eden, hilafeti kaldıran ve Kudüs’ü elinde tutan bir devletin kültürel ortamında rahatça yaşaması, bir aydın sorumluluğundan çok, bir misyona tabi oluş izlenimi uyandırır. Çünkü gerçek aydınlık, sadece sözde değil, yaşantıda da bir karşı duruşu gerektirir. Halbuki Halide Edib’in hayatının belirli duraklarında bu karşı duruş değil, uyum ve uyarlanma görülmektedir .
Eşi Adnan Adıvar’ın mason oluşu, sadece bireysel bir tercih değil, Halide Edib’in çevresinin ideolojik iklimini anlamak açısından da önemlidir. Çünkü mason locaları, dönemin İngiliz yanlısı politikasını şekillendiren merkezlerdendir. Halide Edib’in bu localara veya emperyalist merkezlere karşı herhangi bir yazılı veya sözlü eleştirisi yoktur. Oysa o dönem, emperyalizme karşı bir direnişin çağrısına kulak kabartmayı değil, susmayı tercih etmiştir .
Halide Edib’in, kadın hakları mücadelesindeki öncü konumu, onu bir özgürlük sembolü gibi gösterse de, bu özgürlük sadece cumhuriyetin sınırları içinde tanımlanabilir. Emperyalist işgallere, ümmetin parçalanmasına, hilafetin kaldırılmasına dair söz etmeyen bir özgürlük, neyi özgürleştirir? Belki sadece kendini.
Bir aydın, susarak da konuşur. Ama bu suskunluk, bazen bir şahsiyetin itirafı değil, bir misyona bağlılığın ifadesi olabilir. Halide Edib’in suskunluğu, bir unutkanlıktan değil; bir tercihten, bir hizadan, bir aidiyet haritasından doğmaktadır. Söylemedikleri, söylediklerinden daha çok şey anlatır.
Kaynaklar:
Halide Edib’in yazılı külliyatında, Filistin’deki Yahudi yerleşimlerine dair herhangi bir açık beyan yer almamaktadır.
İsmet Görgülü, Milli Mücadelede Atatürk ve Din, TDV Yayınları, s. 231.
İpek Çalışlar, Halide Edib, Everest Yayınları, 2010.
Fahri Aral, Türkiye’de Masonluk ve Siyaset, İletişim Yay., 2002.