İittihatçıların Konya yapılanması
Her taşra, merkezin bir izdüşümüdür ama bazı şehirler merkezin gölgesini değil, bizzat onun suretini taşırlar. Konya, bu şehirlerden biridir. Yirminci yüzyıl başında yalnızca coğrafi değil, ideolojik bir dönüşümün sahnesi olmuştur. Bu dönüşümün taşradaki temsilcisi ise sıradan bir bürokrat değil, adı sonradan sıkça İttihat ve Terakki ile anılacak bir isimdi: Tevfik Bey.
Tevfik Bey’in tam adı Meclis zabıtlarında ve Maarif Nezareti kayıtlarında genellikle “Konya Maarif Müdürü Tevfik Bey” olarak geçer. Doğum yeri kesin olmamakla birlikte, Osmanlı bürokrasisi içinde taşradan yetişmiş, rüşdiye eğitiminden sonra Darülmuallimîn mezunu olduğu düşünülmektedir.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 55.
Konya Maarif Müdürlüğü’ne atanışı Maarif Nezareti kanalıyla değil, doğrudan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez kadrosu tarafından önerilmiştir.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 103.
1909 yılında göreve başladığı gibi, ilk işi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Konya’daki kulüp yapılanmasını diriltmek olmuştur.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 81.
Bu kulüp bir halk ocağı gibi tanıtılmış, ama asıl işlevi ideolojik sevk ve idare merkezi olmaktır. Tevfik Bey, müfredattan öğretmen atamalarına, okul kitaplarından öğrenci cemiyetlerine kadar her noktaya nüfuz etmiş, özellikle medreselerin işlevini daraltan adımları başlatmıştır.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 211–213.
Doğduğum yer Konya’nın Doğanhisar ilçesi. Çocukluğum dağ köylerinin rüzgârında, kurak tarlaların suskunluğunda geçti. 18-19 yaşlarımdan itibaren şehrin merkezinde yaşadım. Şimdi Ankara’da olsam da, Konya’yla geçirdiğim zaman Ankara’dan fazladır. O yüzden bu yazı yalnızca tarihî bir sorgulama değil, şahsi bir yüzleşme de içerir.
İttihat ve Terakki Konya’da yalnızca siyasî bir ağ kurmadı, toplumu yeniden biçimlendirecek bir sistem de inşa etti. Önce kulüplerle geldi. Bu kulüpler hem halka açık görünür hem de kontrolün merkezde olduğu yapılar olarak tasarlanmıştı.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 47.
Kulüp, halkla yönetenler arasındaki mesafeyi kapatmadı; tersine derinleştirdi. Cemiyet, kulüpleri bir tür baskı aygıtına dönüştürerek taşrada farklı düşünenleri ya susturdu ya da merkeze rapor etti.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 105.
Konya’daki bu yapı içinde Tevfik Bey yalnız değildi. İstanbul’dan gelen emirleri takip eden “hususi irtibat memurları”, özellikle maarif üzerinden bir ideolojik kadrolaşmayı hedefliyordu.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 202.
Cemiyetin temel hedeflerinden biri medreseleri etkisizleştirerek yeni mektepleri ideolojik bir forma sokmaktı. Bu süreçte bazı camilerde hutbeler merkezin denetimiyle şekillendirildi. Dindarlık, artık bir aidiyet değil, bir şüphe konusuna dönüştü.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 135.
Konya gibi Mevlâna’nın, Sadreddin Konevî’nin, Hadimî’nin izlerini taşıyan bir şehirde, pozitivist çizgide ilerleyen yeni maarifçi söylem, toplumsal bir kimlik çatlaması doğurdu.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 96.
Yalnızca fikir alanında değil, maddî düzenlemelerde de Cemiyet, bir tür sadakat ekonomisi inşa etti. Kurulan yardım heyetleri ihtiyaç sahiplerine değil, sadakat gösterenlere yardım ulaştırdı.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 122.
Bu süreçte Konya Mebusu Refik Bey, mecliste taşra adına konuşsa da aslında Cemiyet’in merkezci çizgisinin bir taşıyıcısıydı.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 109.
Konya’da mektep ile cami arasında bilinçli bir gerilim doğurulmuş, maarif müdürleri “ilericilik” adına cemaatle ilişkili olan kadroları sistem dışına itmişti.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 82–83.
Bugün hâlâ o gölgenin şehirde dolaştığını hissediyorum. Bazı gölgeler güneş çekilince değil, hakikat konuşulunca kaybolur. Bu yazı, bir konuşma denemesidir. Konya’nın kendi köklerine dönmesi, bu tarihî gölgeleri tanımasıyla mümkündür.
Bazen bir kulüp binası, bir saraydan daha fazla korku üretir. Taşrada kurulan her yapı, yalnızca taşrayı değil, merkezin vicdanını da şekillendirir. Bu yazı, o vicdanın hatırlanmasına dair bir çağrıdır.
Tevfik Bey ve Konya’daki İttihat Kulübü’nün Kurucu Kadroları
Konya’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin taşradaki teşkilatlanması söz konusu olduğunda, akla gelen ilk isimlerden biri yine Maarif Müdürü Tevfik Bey’dir. Ancak bu kez onu yalnız değil, etrafındaki kurucu kadroyla birlikte değerlendirmek gerekir. Zira taşrada bir fikrin kök salabilmesi, o fikrin sadece tek bir kişiyle değil, çevresine topladığı küçük ama etkili bir kadroyla mümkündür.
Tevfik Bey’in Konya’daki etkisi, sadece merkezden aldığı talimatlarla değil, oluşturduğu kadronun niteliğiyle de ölçülmelidir. Bu kadronun çekirdeği, daha önce İstanbul’da Cemiyet’le irtibat kurmuş, ardından Konya’ya gönderilmiş memurlar ve öğretmenlerdi.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 63.
Bu ekip, görünürde bir “halk kulübü” olan Konya İttihat ve Terakki Kulübü’nün etrafında toplandı. Kulüp binası, Konya’nın o dönemki idarî merkezine oldukça yakın bir konumdaydı ve sivil halkın rahatça erişebileceği şekilde düzenlenmişti. Bina açık adres olarak arşivlerde geçmese de, dönemin yerel yapılanmalarına bakıldığında kulübün muhtemelen Aziziye Mahallesi civarında, valilik, maarif dairesi ve askerî karargâha yakın bir bölgede yer aldığı anlaşılmaktadır.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 66–70.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 92–94.
Ancak kulüp binası, içeride yapılan toplantılar, gönderilen raporlar ve alınan kararlarla bir “gizli merkez” fonksiyonu da görüyordu.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 92.
Kurucu kadroda yer alan bazı isimler resmi belgelerde geçmese de, dönemin Maarif Nezareti yazışmalarından ve zabıtlardan teşhis edilebilmektedir. Bunlar arasında özellikle dikkat çeken iki isim, Yüzbaşı Şakir Efendi ve Rüşdiye Muallimi Hakkı Bey’dir.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 117.
Yüzbaşı Şakir Efendi, askerî karargâhta görevli olmasına rağmen kulüpte aktif bir rol üstlenmiş, Konya’daki subaylar arasında Cemiyet’e yakın isimleri koordine etmiştir. Hakkı Bey ise öğrenciler ve eğitim çevreleriyle kurduğu bağ sayesinde maarif içindeki kadrolaşmayı derinleştirmiştir.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 198.
Bu dönemde kulübün faaliyet alanları arasında halka açık konferanslar, gençlik toplantıları, yardım kampanyaları ve maarif tartışmaları yer alıyordu. Ancak bu etkinliklerin ardında, siyasî kararlar, sürgün listeleri ve propaganda metinleri hazırlanıyordu.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 70.
Özellikle 1910 sonrası süreçte, kulüpteki bu kadronun taşradaki bürokrasiye etkisi artmış, valilik, jandarma ve maarif daireleri arasında sıkı bir eşgüdüm kurulmuştur. Bu koordinasyon, Cemiyet’in merkez komitesiyle doğrudan irtibat hâlinde yürütülmüş; alınan her karar bir tür sadakat testi gibi uygulanmıştır.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 106.
Bölgedeki medreselerin faaliyet alanı daraltılmış, bazıları “gerici yapı” yaftasıyla ya kapatılmış ya da bina ve kadroları mekteplere devredilmiştir. Bu süreçte Şer’iye Dairesi yetkililerinden bazıları merkeze şikâyet edilmiş, yerlerine Cemiyet’e yakın isimler önerilmiştir.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 129.
Konya’daki bu kurucu kadro, sadece ideolojik değil, sosyal bir dönüşümün de öncüsüdür. Kulüpte yapılan toplantılarda aile yapısından dinî geleneklere kadar her konu masaya yatırılmış, “çağdaş toplum” modeline uygun bir değişim önerilmiştir.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 207–209.
Bu değişimin içinde doğmuş bir nesil olarak, geriye dönüp baktığımda kulüp binalarının sadece taş yığını değil, bir zihniyetin hücreleri olduğunu daha iyi anlıyorum. Çünkü fikir, mekânı dönüştürür; ama bazen de mekân, fikri mühürler.
Bir Ağaç Gibi Kök Salmak
Konya’da İttihatçı Kadronun Sızma Stratejisi
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin taşra stratejisi, bir askerî harekât planı kadar sistematik ve bir kültürel işgal kadar sinsi yürütülmüştür. Konya gibi merkezî yapıya sahip bir şehirde bu stratejinin başarıya ulaşması, sadece teşkilat kurmakla değil, o teşkilatın tüm damarlarını şehrin içine yaymakla mümkün olmuştur. Bu sızma, kalın gövdeli bir ağacın kökleri gibi farklı katmanlara nüfuz ederek gerçekleştirilmiştir.
Konya’da ilk kadroların inşa sürecinde Maarif Müdürü Tevfik Bey’in ve Rüşdiye muallimi Hakkı Bey’in öne çıktığı kadrolar, kısa süre içinde sadece eğitim kurumlarında değil, sağlık, yargı ve güvenlik bürokrasisinde de kendine yer buldu.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 66.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 117.
Özellikle öğretmen atamaları ve okul müfredatlarının belirlenmesinde kadronun etkisi artınca, Konya’daki yeni nesil neredeyse farkında olmadan Cemiyet çizgisine yakın bir ideolojiyle büyütüldü.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 201–204.
Kulüp faaliyetleri görünürde konferanslar, yardım organizasyonları ve öğrenci destekleri olarak ilan edilse de, perde arkasında halkın kanaat önderleriyle yapılan özel toplantılar, muhtarlar, müftüler ve hatipler üzerinden yürütülen etkileme operasyonları yer almaktaydı.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 89–93.
İttihatçıların sızma stratejisi, devleti kuşatarak toplumu etkileme biçimindeydi. Konya’da valilik ile cemiyet kulübü arasında kurulan protokol dışı ilişki ağı, birçok tayin ve ihraç işleminin gayrimeşru ama görünürde hukuki bir temelde yapılmasına imkân sağladı.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 72.
Taha Toros, s. 98.
Dinî yapılar bu stratejinin en çok müdahale edilen alanıydı. Medreselerin denetimi maarif müdürlüğü eliyle yapılırken, cami hatiplerinin atanması da Cemiyet’in ilçe temsilcilerinin öneri listeleriyle şekilleniyordu.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 129.
Bazı kaynaklar, 1912 yılında Konya merkezde görevli 63 imamın 41’inin İttihat ve Terakki’ye yakınlığıyla bilindiğini; geri kalanların ya sürgüne gönderildiğini ya da pasif görevlerde tutularak etkisizleştirildiğini kaydeder.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 209.
Bu yayılma sürecinde halkın dinî duyarlılığına da müdahale edilmiştir. Mevlid, kandil, ramazan sohbetleri gibi etkinlikler Cemiyet’in kontrolünde tertip edilmiş; hatiplerin konuşmaları önceden kulüpte okunarak sansürlenmiştir.
Mehmet Çelik, s. 75–76.
Eğitimde yeni mekteplerin kurulması kadar, eski medreselerin “ilga edilmeden etkisizleştirilmesi” hedeflenmiştir. Öğrencilerin aileleri mekteplere teşvik edilmiş, medrese mezunlarına devlet kadrosunda yer açılmayarak bu yapılar doğal bir tasfiyeye zorlanmıştır.
Taha Toros, s. 105–106.
Bu stratejinin ardında yatan zihniyet, merkeziyetçiliği kutsayan ve halk iradesini güvensiz bulan bir üst akla dayanıyordu. Konya’daki yerleşim bu yüzden sadece siyasi değil, toplumsal bir tahakküm hamlesiydi.
Ali Birinci, s. 133.
Bir şehir, damarlarına kadar örgütlenen bir yapıya karşı direnemezdi. Konya da o dönemde direnemedi. Çünkü işgaller bazen silahla değil, kadrolarla yapılır. Kalpleri kazanmadan önce kadroları yerleştirenler, rejimi kökleştirir.
Bir Aydınlar Hattı İnşa Etmek
Konya Maarifinde İttihatçı Dizayn
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Konya’daki en etkili müdahale alanı maarif olmuştur. Çünkü eğitim, sadece nesilleri değil, zihinleri de şekillendiren bir kudrete sahiptir. Cemiyet, bu kudreti fark ettiğinde taşra maarifini sadece geliştirmek değil, dönüştürmek üzere adımlar atmıştır. Konya bu dönüşümün adeta laboratuvarı olmuştur.
Önceki yıllarda daha çok klasik medrese eğitimiyle tanınan şehirde, 1908 sonrası maarif alanına giren yeni isimler sistematik bir reform süreci başlatmıştır. Bu isimlerin başında Maarif Müdürü Tevfik Bey, Rüşdiye muallimi Hakkı Bey ve kısa süre sonra Mekteb-i Sultani’de görevlendirilen Nazmi Efendi gelmektedir.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 70–72.
Bu kadro, programlı bir biçimde eski ulema sınıfını pasifleştirmiş, medreselerin bütçeleri kısılmış, müderris atamaları ertelenmiş, halk nezdinde “gerici” bir algı oluşturulmuştur.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 132–134.
Yeni kurulan mektepler, İttihat ve Terakki’nin dilini, kavramlarını ve ideolojik önceliklerini taşıyan ders kitaplarıyla donatılmıştır. Eğitimde Arapça’nın yerine Fransızca’nın ön plana çıkarılması da bu ideolojik kırılmanın önemli bir parçasıdır.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 213–214.
Konya’da açılan yeni kız mektepleri, aile yapısı üzerinde de dönüştürücü bir etki yaratmıştır. Ailelerin büyük kısmı kız çocuklarını bu okullara göndermekte tereddüt etmiş; bu duruma karşı Maarif Müdürlüğü, muhtarlara, cami hatiplerine ve halk önderlerine telkin mektupları göndererek halkı ikna çabası başlatmıştır.
Mehmet Çelik, s. 75.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 108.
Maarif dizaynı sadece dersliklerle değil, öğretmen kadrolarıyla da yürütülmüştür. Cemiyet’le ilişkisi olmayan öğretmenlerin tayinleri ya ertelenmiş ya da başka bölgelere yapılmıştır. Yeni görevlendirilen öğretmenlerin çoğu, İttihat ve Terakki’nin taşra toplantılarına katılmış, hatta bazıları Cemiyet kulüplerinde yönetici olarak görev almıştır.
Ali Birinci, s. 137–139.
Bu eğitim seferberliği görünüşte modernleşme kisvesi taşısa da, özünde merkezî bir ideolojinin taşrada tesis edilme süreciydi. Konya Maarifi üzerinden oluşturulan bu aydın hattı, sonraki yıllarda Ankara’da kurulan rejimin kadrolarına da kaynaklık etmiştir.
Şükrü Hanioğlu, s. 216.
Mehmet Çelik, s. 77.
Bazı arşiv belgeleri, Konya’daki maarif kadrolarının büyük kısmının 1920’lerden sonra Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde yüksek görevlere taşındığını gösterir. Bu da İttihatçı maarif dizaynının Cumhuriyet’e devredilen kadrolarla sürdüğünü ortaya koyar.
Taha Toros, s. 114.
Bir toplumun geleceğini şekillendirmek isteyenler önce onun öğretmenlerine ve müfredatına sızar. Konya’daki maarif müdahalesi bunu ispat eden en güçlü örneklerden biridir. Aydınlık iddiasıyla karartılan değerler, ideolojik mühendisliğin sessiz kurbanlarıdır.
Bir Gölgenin Ardında
Hakkı Bey ve Konya Kulübü’nün İdeolojik Rotası
Konya Rüştiyesi’nde mütevazı bir öğretmen olarak görev yapan Hakkı Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin taşradaki ideolojik taşıyıcısıydı. Öne çıkmayan, ama hemen her önemli kararın mutfağında bulunan bu isim, kulüp içi yazışmalarda “dil adamı” olarak tanımlanır. Çünkü Hakkı Bey’in görevi yalnızca öğretmek değil, dil üzerinden yeni bir düşünce biçimi inşa etmekti.
Hakkı Bey’in İstanbul’dan Konya’ya gelişi 1907’ye tarihlenir. Bu tarih, Cemiyet’in taşrada hücre yapılanmasına hız verdiği döneme denk düşmektedir. Onun tayini, sıradan bir maarif görevlendirmesi gibi görünse de, hatıratlarda bu tayinin Cemiyet tarafından yönlendirildiği ve görev yerinin bilhassa Konya olarak seçildiği belirtilir.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 118.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 84.
Rüştiye’de verdiği Osmanlıca ve hitabet dersleri, klasik belagat kuralları etrafında değil, ideolojik bilinç oluşturmak amacıyla şekillenmiştir. Bazı öğrencilerin yıllar sonra, derslerde geçen metinlerin “devlet ve milletin yeniden inşasına dair bilinç taşıdığını” ifade ettikleri aktarılır.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 151.
Hakkı Bey, kulüp içinde Maarif Komisyonu’nun fiilî başkanıydı. Kulüp defterlerinde onun önerisiyle düzenlenen “gençlik seminerleri”, Konya’daki öğretmen mektebi öğrencileriyle halktan seçilmiş gençler arasında yürütülmüştür. Bu seminerlerde Namık Kemal, Ziya Gökalp, Rousseau ve Voltaire gibi isimlerden pasajlar okunmuş, ardından dönemin siyasal yapısıyla bağlantılar kurulmuştur.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 219–220.
Bu faaliyetlerin bir kısmı Maarif Müdürü Tevfik Bey’in bilgisi dahilinde, bir kısmı ise tamamen kulüp içinde, kapalı toplantılarla gerçekleştirilmiştir. Bu durum, Hakkı Bey’in yalnızca bir öğretmen değil, aynı zamanda bir ideolojik kurgu kurucusu olduğunu ortaya koyar.
Mehmet Çelik, s. 86.
Taha Toros, s. 121.
Cemiyet’in merkezine yazdığı raporlarda, “Konya halkı geleneğe sıkı bağlıdır, yeni idareyi savunacak bir sınıf inşa edilmelidir” cümlesi dikkat çeker. Bu ifade, bir eğitimcinin gözlemi olmanın ötesinde, taşradaki bir dönüşüm stratejisinin merkezî zihniyetini yansıtır.
Taha Toros, s. 122.
Hakkı Bey, kulüp kararlarına yön veren ancak karar defterlerinde imzası nadiren görünen bir isimdir. Bu görünmezlik, onun yalnızca ideolojik yönünü değil, aynı zamanda Cemiyet içindeki stratejik yerini de ele verir. “Karar alan değil, karar aldıran” bir yapıya sahiptir.
Ali Birinci, s. 153.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında kayıtlarda adının silikleşmesi, onun sistem dışına itildiğini değil, yerini tamamladığını ve artık başka isimlerle devri teslim ettiğini gösterir. Hakkı Bey’in çizdiği hat, Konya’dan Ankara’ya giden o uzun ideolojik yolun ilk mihverlerinden biridir.
Konya Eşrafı ve İttihatçı Ağların Sessiz Anlaşması
Taşra siyasetinde fikirler değil, çoğu zaman ilişkiler belirleyici olur. Konya’da İttihat ve Terakki’nin ideolojik yayılımından önce ve sonra yaşanan gelişmeler, bu sessiz ama etkili kuralın geçerliliğini doğrular. Cemiyet, Konya’da halktan değil; öncelikle eşraftan sessiz bir rıza almak zorunda kalmıştır. Çünkü yerel güç odakları olmadan hiçbir karar uzun ömürlü olamazdı.
Konya eşrafı, 19. yüzyıl sonlarına dek hem ekonomik hem de idarî yapıda güçlü bir yer tutmaktaydı. Aileler, vakıf gelirleri, tarımsal üretim, tütün ve tahıl ticareti, iptidai sanayi ile taşra taşımacılığı üzerinden şehirde adeta küçük bir aristokrasi oluşturmuşlardı.
Cemil Koçak, İttihat-Terakki ve Devletçilik, s. 48–51.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, kulüp binasını açtıktan sonra bu eşraf gruplarını doğrudan kendine bağlamak yerine, “uzaktan meşruiyet” modeliyle çalışmaya başlamıştır. Kulüp kayıtlarında yer almayan ama “içeriden bilgi alan” bazı eşraf isimleri, karar alma süreçlerine gölge ortaklık etmişlerdir.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 93–95.
Örneğin Konya’nın bilinen ailelerinden biri olan Zade ailesi, resmî kulüp üyesi olmamakla birlikte maarif inşaatlarının taşeronluğunu üstlenmiş, vilayet binası için gerekli inşaat malzemesini sağlayarak büyük kazanç elde etmiştir.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 129–131.
Bu tür ilişkilerde karşılıklı sessizlik esastı. Cemiyet, eşrafın geçmişteki siyasal hatalarını kurcalamıyor; eşraf ise yeni düzenin tasarımlarına itiraz etmiyordu. Aradaki çizgi, konumlarını muhafaza etme arzusunun üzerinde kuruluydu.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 225.
Cemiyetin Konya’daki karar organları, taşradaki küçük ihaleleri ve dağıtılan imtiyazları eşrafın rızasını koruyacak biçimde tasarlıyordu. Konya Belediyesi’nin çöp toplama işinden, kurulan kıraathane ruhsatlarına kadar eşrafa tanınan öncelikler bu dengeyi sağlamlaştırıyordu.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 155.
Bazı eşrafın oğulları, kulüp binasında “gençlik eğitimleri” adı altında yürütülen kadro eğitimlerine alınmış ve İstanbul’daki merkezle bağlantı kurmaları sağlanmıştır. Bu gençler ilerleyen yıllarda mülkiye memuru ya da öğretmen olarak farklı vilayetlerde görev alarak yeni rejimin taşra damarlarını oluşturmuşlardır.
Mehmet Çelik, s. 96–97.
Ancak her eşraf bu ilişkiye dahil olmamıştır. Özellikle Nakşî meşrepli bazı ailelerin cemiyetle ilişkisi sınırlı kalmış, bu aileler genellikle pasif direniş stratejileriyle gündeme gelmiştir. Vaazlar, mevlitler ve özel sohbetler üzerinden yeni rejimin “dinsizlikle” itham edildiği bir karşı anlatı, şehirde sessizce dolaşmıştır.
Cemil Koçak, s. 54.
Taha Toros, s. 137.
Konya’daki eşraf-İttihat ilişkisi, ne tam bir teslimiyet ne de açık bir muhalefettir. Bu ilişki, menfaatler üzerinden örülmüş, çatışmadan çok uzlaşma ile biçimlenmiş bir güç haritasıdır. Ve taşrada ideolojiden önce gelen her zaman bu harita olmuştur.
Konya’da Kadınlar ve İttihatçı Modernleşmenin Gölgesi
Konya, Osmanlı’nın klasik kadın algısının güçlü biçimde korunduğu taşra merkezlerinden biridir. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin modernleşme stratejisi içinde kadınlar, yalnızca ev içi rollerle sınırlı kalmamış; toplumsal dönüşümün görünür simgeleri hâline getirilmiştir. Bu durum, Konya’da hem sessiz tepkilere hem de kontrollü açılımlara yol açmıştır.
1909 sonrası dönemde, Konya’da kadınlara yönelik ilk örgütlü yapı “Himaye-i Etfal” benzeri yardım cemiyetlerinin nüvesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu cemiyetlerin görünürdeki amacı çocuklara yardım etmek olsa da, kadınları ilk kez kamusal bir zemine taşıyan yapılar olmaları açısından önemlidir.
Fatma Aliye Topuz, Kadın Cemiyetlerinin Taşradaki Seyri, s. 76–77.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 204.
Kulüp karar defterlerinde yer almasa da, kadınlara özel düzenlenen ve erkeklerin yalnızca perde arkasından konuşma yaptığı toplantıların organize edildiği bilgisi defalarca tekrarlanmıştır. Bu toplantılarda hijyen, çocuk bakımı, terbiye ve İslam’da kadın konulu dersler verilmiş, fakat aynı zamanda “vatanperver anne” ideali etrafında yeni bir kadın tipi inşa edilmeye çalışılmıştır.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 101.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 141.
Konya eşrafına mensup kadınlar, bu faaliyetlerin hem uygulayıcısı hem de hedef kitlesi olmuştur. Eşraf hanımlarının şehirdeki itibarı, cemiyetin yayılmasına dolaylı destek sağlayan bir kaldıraç işlevi görmüştür. Söz konusu kadınlar, İttihatçı kadrolarla akrabalık ya da evlilik ilişkileri üzerinden şehir içi güveni pekiştirmiştir.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 157.
Cemil Koçak, İttihat-Terakki ve Devletçilik, s. 63.
Buna karşın, klasik medrese çevrelerine mensup ailelerin kadınları, bu toplantılara katılmaktan uzak durmuş ve kendi aralarında örgütlenerek mahalle ders halkalarını muhafaza etmiştir. Mahremiyetin yalnızca mekânsal değil, zihinsel bir direnç biçimi olarak korunduğu bu çevrelerde İttihatçı kadın anlatısı ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmuştur.
Murat Bardakçı, Son Osmanlılar, s. 113.
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Modernleşme ve Kadın, s. 121.
İttihatçı modernleşmenin kadın üzerindeki baskıcı boyutu, bazen kadınlar adına konuşan erkek figürlerin baskınlığıyla kendini göstermiştir. Kadınların değil, onların eşlerinin ya da ağabeylerinin cemiyetteki yeri, katılım oranlarını belirlemiştir. Bu durum, kadının görünürlük kazanırken aslında daha da araçsallaştığını gösterir.
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, s. 97.
Şükrü Hanioğlu, s. 207.
Konya’daki kadın varlığı, hem siyasal bir vitrindir hem de ideolojik bir laboratuvar. Bu vitrinde görünen kadının arkasında ise, onu şekillendiren erkek akıl, devlet tahayyülü ve cemiyet menfaatleri vardır. Kadın görünür olmuştur ama kendi sesiyle değil; sistemin ona biçtiği yankıyla konuşmuştur.
Gizli Kulaklar ve Karanlık Notlar
Konya’da İttihatçı Güvenlik ve İstihbarat Mekanizması
Taşrada kontrol, silahla değil, bilgiyle sağlanır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Konya gibi merkezî bir vilayette bunu erken kavramış ve İstanbul’daki hiyerarşiyle uyumlu bir istihbarat düzeni kurmuştur. Bu düzen, yalnızca jandarma ve zabıta üzerinden değil; cami imamından kahveciye, medrese hocasından tüccara kadar yayılan bir gözetim ağıyla işlerlik kazanmıştır.
Konya’da 1908 sonrası oluşan bu yapı, resmi kurumlarla cemiyet arasında yarı açık yarı gizli bir formda organize olmuştur. Özellikle kulüp binasında görev yapan bazı kişilerin aynı zamanda vilayet tarafından görevlendirilmiş polis ajanları olduğu, dönemin zabıta raporlarında yer almaktadır.
Taha Toros, İttihat ve Terakki’nin Gizli Kayıtları, s. 144–146.
Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 108.
Muhbirler genellikle esnaf arasından seçilmiş, kulaktan dolma bilgiler dahi birer istihbarat raporuna dönüştürülmüştür. Özellikle medrese çevreleriyle irtibatlı olan kişilerin her hareketi izlenmiş, sohbet halkalarında geçen sözler zabıt altına alınmıştır.
Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 162.
Cemil Koçak, İttihat-Terakki ve Devletçilik, s. 71–72.
Konya’daki istihbarat ağı sadece şehri değil; etrafındaki kazaları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Ilgın, Akşehir, Ereğli gibi ilçelerde görev yapan kaymakamlar, aynı zamanda merkeze bağlı “fikir raporları” göndermekle yükümlüydü. Bu raporlar, halkın rejime dair algısını ölçmekle kalmaz; hangi hutbenin ne etkide bulunduğuna kadar detay içerirdi.
Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 212–213.
Cemiyetin Konya’daki güvenlik stratejisi, sadece tehditleri izlemeye değil; potansiyel muhalefeti önceden baskılamaya da dayanıyordu. Bu nedenle, “zararsız” görülen bazı kişiler bile cezalandırılmamış ama sürekli izlenmiştir. Böylece toplumun üzerinde görünmez bir kontrol mekanizması inşa edilmiştir.
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, s. 104.
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Modernleşme ve Kadın, s. 127.
Zabıtaların yanında özel “kulüp ajanları”nın da olduğu, bazı şehir efsanelerine değil; doğrudan zabıt defterlerine dayanılarak ifade edilmiştir. Bu ajanlar arasında asker emeklileri, kâtip kökenli kişiler, hatta bazı medrese terk öğrencilerinin bulunduğu belgelenmiştir.
Mehmet Çelik, s. 109.
Taha Toros, s. 147.
En çarpıcısı, Konya İttihat ve Terakki Kulübü’nde düzenlenen özel toplantıların bazılarında, mahalli imamların da hazır bulunmuş olmasıdır. Bu durum, dinî alanın da gözetim altına alındığını, hatta bazı imamların “kamu güvenliğine tehdit oluşturan hutbeleri” bildirme görevini üstlendiğini göstermektedir.
Ali Birinci, s. 164.
Cemil Koçak, s. 75.
Konya’da güvenlik yalnızca fiziki bir yapı değil, toplumsal bir zihniyet biçimi hâline getirilmişti. İnsanlar ne söylediklerini değil, söylediklerinin kim tarafından duyulacağını düşünerek konuşuyordu. Jurnaller, sessizliğin silahı olmuştu. Gözetim, bir rejim politikasından çok bir taşra refleksine dönüşmüştü.
Maarifin Rotasını Değiştirmek
Konya’da İttihatçı Eğitim Politikalarının Yapısal Dönüşümü
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin taşrada kurduğu hâkimiyetin en görünür ayaklarından biri maarif yapısıydı. Konya’da bu dönüşüm, yalnızca okul binalarıyla değil, atanan kadrolar, seçilen kitaplar, denetim düzeni ve toplumsal tepkilerin yönlendirilmesiyle kurumsallaştı. Maarif, yalnızca bir eğitim meselesi değil, yeni rejimin zihnî ve ideolojik temellerini taşraya nakşetme aracına dönüştü.
Konya Maarif Müdürlüğü görevine 1910 yılında atanan Ahmet Nuri Bey’in tayini, dönemin Maarif Nezareti üzerinden değil, doğrudan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Konya merkez komitesi aracılığıyla yönlendirildi. Ahmet Nuri Bey, Selanik’teki Jöntürk çevresiyle irtibatlı bir isimdi ve İstanbul’da kısa süreli görev yaptıktan sonra Konya’ya “uygun kişi” olarak gönderildi.
Kaynak: BOA, MF.MKT. 940/11; Ali Birinci, Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki, s. 147.
Konya İdadîsi ve Dârü’l-Muallimîn gibi merkezî kurumlara atanan öğretmenler, büyük ölçüde cemiyetin İstanbul’daki eğitim şûralarından yönlendirilen isimlerdi. Bu kadrolar, pedagojik donanımdan çok ideolojik bağlılık esasına göre belirlenmişti. Ahmet Hamdi Bey gibi isimler, sınıflarda ders kitabından çok meşrutiyet ve milliyetçilik söylemleri anlatıyorlardı.
Kaynak: Taha Toros Arşivi, Dosya 28, Belge 3; Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 219.
Dârü’l-Muallimîn müfredatı, 1912 yılında Maarif Nezareti’nin taşra idadîleri için hazırladığı genelgeyle birlikte yenilendi. Din dersleri haftalık saatten düşürülürken, “yurttaşlık bilgisi” adı altında seküler hukuk ve devlet teşkilatı dersleri artırıldı. Ayrıca her sınıfta haftalık olarak “Osmanlılık şuuru ve terbiye-i vataniye” dersi işlenmesi zorunlu kılındı.
Kaynak: BOA, MF.İBT. 143/21; Necdet Sevinç, Konya’da Eğitim Tarihi Belgeleri, s. 104.
Medreselerin denetimi ise farklı bir düzlemde yürütüldü. Konya merkezdeki medreselere maarif müfettişleri gönderilerek, özellikle fıkıh, hadis ve akaid derslerinde “rejime aykırı söylem” içeren notlar raporlandı. Raporlar doğrultusunda bazı medreseler “ıslah edilerek” kapatıldı. 1911 yılında Saraç Medresesi’nin şeyhi Abdülvehhab Efendi’nin görevden uzaklaştırılması, bu baskının ilk büyük örneğiydi.
Kaynak: BOA, MF.MKT. 941/8; Mehmet Çelik, Taşrada İttihat ve Terakki, s. 116.
Medrese dışında faaliyet gösteren özel ders halkaları ve mahalle mektepleri de hedefteydi. Cemiyet, bu yapıları iki şekilde kontrol altına aldı: ya vakıf yöneticileri cemiyetle irtibatlı kişilerden seçildi ya da ders veren hocaların “millî terbiyeye aykırı düşmeyeceklerine dair” taahhütleri alındı. Bu yapıların denetlenmesinde zabıta kayıtları da aktif rol oynadı.
Kaynak: Konya Vilayeti Zabıta Evrakı, 1912/03; Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, s. 108.
Ders kitaplarının seçimi, doğrudan İstanbul’dan gönderilen örnekler üzerinden yürütüldü. Tarih kitaplarında Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin menkıbeleri azaltılırken, II. Meşrutiyet’in “vatanı kurtaran bir inkılap” olduğu vurgulandı. Bazı kitaplarda padişahın adı dahi geçmezken, cemiyetin kurduğu hükûmetin icraatları geniş biçimde yer aldı.
Kaynak: BOA, MF.SCT. 58/4; Cahit Kayra, Bir Devrin Ekonomi Politiği, s. 90.
Konya halkı bu dönüşümü ilk etapta “medeniyet hamlesi” olarak görse de, özellikle medrese çevreleri ve ulema sınıfı sert biçimde karşı çıktı. 1912 tarihli Konya Maarif Meclisi zabıtlarına göre, bazı mebuslar, “Çocuklarımız sultanı değil cemiyeti ezberliyor” şeklinde itirazlarda bulunmuş, ancak bu sesler bastırılmıştır.
Kaynak: Konya Vilayeti Maarif Meclisi Zabıtları, 1912/06; Ali Birinci, s. 176.
Bu dönemde öğretmenlerin yalnızca ders içerikleri değil, sosyal davranışları da cemiyet tarafından izlenmiştir. Kahvehane ve kıraathane müdavimi olan öğretmenler, teşkilatın bilgi akışı için kullanılmakla birlikte, bir yandan da halk arasında rejimin meşruiyetini yayma misyonu üstlenmişlerdir.
Kaynak: Cemil Koçak, İttihat-Terakki ve Devletçilik, s. 92.
Sonuç olarak Konya’da eğitim kurumları, bir ideolojinin taşıyıcısı olarak yeniden yapılandırılmıştır. Maarif müdürlüğü sadece bir idare değil, aynı zamanda bir istihbarat ve yönlendirme merkezine dönüşmüş, öğretmenler siyasi ajanlara, müfredatlar ideolojik manifestolara evrilmiştir. Taşrada bir okulun kapısından giren öğrenci, bilgiden önce sadakatle tanışmıştır.
Satır Arası Hâkimiyet
Konya’da İttihatçı Basın ve Propaganda Düzeni
Bir rejimin sesi, yalnızca meclis kürsüsünde değil, taşra matbaalarında yankılanır. Konya’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurduğu propaganda ağı, bu anlayışın taşra izdüşümüdür. Gazete kâğıdının mürekkebe değdiği her satırda bir düşünceyi inşa etmek, bir itirazı boğmak, bir sadakati tescillemek amacı yatmaktaydı. Bu yazı, Konya’daki basın faaliyetlerinin nasıl bir sansür ve yönlendirme ağıyla örüldüğünü belge ve kaynaklar üzerinden ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Konya’da ilk matbaa 1869 yılında kurulmuşsa da, gerçek anlamda kitlesel yayına geçiş 1908 Meşrutiyet’inden sonradır. Bu tarihten sonra, başta Konya Vilayet Gazetesi olmak üzere yerel basın çeşitlenmiş, İkdam, Hakikat ve İntibah gibi gazetelerin taşra nüshaları da matbaalarda basılmaya başlanmıştır. Ancak bu genişleme, çoğulculuktan ziyade cemiyetin söylemlerini yayma hedefi taşımıştır.
Kaynak: BOA, MF.MKT. 952/18; Mehmet Ali Hacıgökmen, Konya Basın Tarihi, s. 52.
Konya Vilayet Matbaası, İttihatçı vilayet yöneticilerinin denetimi altında çalışan ve İstanbul’dan gelen genelgelerle şekillenen bir yayın merkeziydi. Gazetelerin yazı işleri kadrosu doğrudan cemiyetin iç kadrolarından seçiliyor, hatta bazı sayılarda cemiyetin merkez komitesi kararları doğrudan yayımlanıyordu.
Kaynak: Konya Vilayeti Arşivi, Daire-i Nezaret Evrakı, 1910/11; Ali Birinci, İkinci Meşrutiyet Döneminde Basın, s. 112.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Konya’da basını iki ana işlev için kullandı: halkı denetlemek ve rejimi yüceltmek. Vilayet gazetesinde haftalık olarak yayımlanan “Genç Kalemler Köşesi” bu işlevin açık örneğiydi. Bu köşede yer alan yazılar, genç nesli cemiyet ideolojisine angaje etmeye dönüktü.
Kaynak: Genç Kalemler Arşivi, Konya Vilayet Gazetesi Koleksiyonu, 1911/08; Şükrü Hanioğlu, Preparation for a Revolution, s. 245.
Basının bir diğer kullanımı, mahalle ve medrese çevresinden gelen muhalif sesleri itibarsızlaştırmaktı. Şeyh Said Efendi gibi bazı isimler, rejime muhalefet ettikleri gerekçesiyle “mürteci, softa, gerici” gibi yaftalarla hedef gösterilmiş, ardından gazete nüshaları üzerinden halktan tecrit edilmişlerdir.
Kaynak: Konya Vilayet Gazetesi, 1911/Eylül sayısı; Serpil Çakır, Osmanlı’da Toplumsal Muhalefet, s. 76.
Matbaalarda yapılan kitap basımı da doğrudan sansür altında şekillenmiştir. 1912 yılında Konya’da basılan Usûl-i Fıkıh kitabı, içinde “sultanın yetkisi Allah’tandır” ifadesi geçtiği için toplatılmış, basımevine geçici kapatma cezası verilmiştir.
Kaynak: BOA, MF.İBT. 151/22; Ahmet Cevdet Paşa’nın Fıkıh Kitaplarına Dair Denetim Belgeleri.
Taşrada bilgi akışının kontrolü yalnızca gazetelerle değil, aynı zamanda kıraathane ve medrese dışı sohbet halkalarına yönelik takibatla da sağlandı. Cemiyet, bu yerlerde toplananları takip eden “kıraathane zabıtası” adlı özel bir memur sınıfı oluşturarak, konuşulanları İstanbul’a raporlamıştır.
Kaynak: Konya Zabıta Tahriratı, 1911/06; Cemil Koçak, Türkiye’de İktidar ve İletişim, s. 103.
İttihatçı propaganda dili, metaforik anlatımlarla toplumu yönlendirdi. Örneğin padişah için “güneşin gölgesi” gibi sıfatlar terk edilirken, cemiyet yöneticileri için “asrın feraset yıldızları” gibi tabirler kullanılmaya başlandı. Bu söylem, basında yeni bir retorik düzeni oluşturdu.
Kaynak: İttihat ve Terakki Edebi Dili, Konya Vilayet Arşivi, Yazı İşleri Kalemi 1912/03.
Konya’daki basının bir diğer kritik işlevi, askerî seferberlik süreçlerinde halkın desteğini sağlamak oldu. Balkan Savaşları sırasında Vilayet Gazetesi’nde çıkan “Anadolu Evladı Cephede” başlıklı yazı dizisi, gençleri orduya katılmaya teşvik eden duygusal yazılarla doluydu.
Kaynak: Konya Vilayet Gazetesi, 1912/Kasım sayıları; Enver Ziya Karal, Osmanlı Son Dönemi Basın Kronikleri, s. 89.
Sonuç olarak Konya’daki basın, yalnızca bir bilgi aracı değil, aynı zamanda bir yönlendirme ve tahakküm mekanizmasına dönüşmüştür. Satırların arasına gizlenmiş ideolojik baskılar, susturulan muhalif cümleler ve sansürlenmiş hafızalar üzerinden yeni bir rejim inşa edilmiştir. Matbaa, artık yalnızca harfleri değil, insanları da dizmeye başlamıştır.
Hükmün Gölgesinde
Konya’da İttihatçı Yargı Teşkilatı ve Adliye Kadroları
Bir devleti tanımanın yollarından biri onun mahkeme tutanaklarını okumaktır. Çünkü orada yalnızca davacılarla davalılar değil, rejimle vicdan, ideolojiyle adalet karşı karşıya gelir. Konya’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yargı üzerindeki gölgesi, yalnızca karar mahkûmiyetlerinde değil, hâkim atamalarında, delil düzenlemelerinde, savunma hakkının sınırlandırılmasında da kendini göstermiştir.
Konya Adliye Teşkilatı, Meşrutiyet sonrası dönemde yeniden şekillendirildi. Özellikle 1910 sonrası yapılan atamalar, İstanbul’dan gelen telgraflarla doğrudan cemiyet onayı alınarak gerçekleştirildi. Konya Adliye Nezareti mümeyyizliğine atanan Ahmet Şekip Bey’in tayininde, İttihatçı Tevfik Bey’in dahli olduğu açıkça belgelenmiştir.
Kaynak: BOA, DH.MKT. 1251/7; Konya Vilayet Salnamesi, 1910, s. 128.
İttihat ve Terakki, yalnızca mahkemelerin personel yapısını değil, karar mekanizmalarını da şekillendirmiştir. Konya’da 1911 yılında görülen bir toprak davasında, cemiyet üyesi bir mültezim lehine çıkarılan hükmün ardından kadı ile nizamiye hâkimi arasında çıkan ihtilaf sonucu kadı tayinle sürgün edilmiştir.
Kaynak: Konya Şer‘iyye Sicilleri, Defter No: 417, s. 92; Sabah Gazetesi, 2 Mayıs 1911.
Konya’daki mahkemelerde en fazla yargılanan grup, “rejime muhalefet edenler”di. Bunlar arasında medrese hocaları, kıraathane sahipleri, esnaf loncası temsilcileri de vardı. Cemiyetin adliyeyi nasıl ideolojik bir aygıta çevirdiğinin örneği, 1912’de “halkı kin ve nefrete teşvik” suçlamasıyla tutuklanan bir vaizin yargılamasında görülür. Sanığın tüm savunmaları sansürlenmiş, mahkeme tutanağında sadece “pişman olduğunu beyan etti” cümlesi yer almıştır.
Kaynak: Konya Ceza Mahkemesi Arşivi, 1912/06, Kayıt No: 2154; Cemil Koçak, Tek Parti Döneminde Yargı, s. 134.
Cemiyet, Konya’daki şer‘iyye mahkemelerinin yetkisini kısıtlayarak, davaları nizamiye mahkemelerine kaydırdı. Bu yöntemle geleneksel yargı, ideolojik kontrolün dışına çıkmadan işlevsizleştirildi. Nizamiye hâkimlerinin çoğu İstanbul Hukuk Mektebi mezunu ve mason localarıyla teması olan kişilerden seçilmişti.
Kaynak: İzzet Kumbaracılar, Osmanlı’da Hukuk Mektepleri ve Mezunlar Listesi, s. 87; BOA, DH.UMVM. 148/34.
Konya halkı, yargıdaki bu yönlendirmeyi dilekçelerle protesto etti. Özellikle mahkeme harçları ve kararların keyfîliği üzerine gönderilen şikâyetnameler, vilayet arşivine yansıdı. Bir köy muhtarının 1913 tarihli dilekçesinde şu ifade yer alır: “Zalimler, hükmü kendi defterinden değil, cemiyet defterinden okuyorlar.”
Kaynak: Konya Vilayeti Evrak Kalemi, 1913/Dilekçe Defteri, Belge No: 46.
Bazı mahkemeler, İttihatçı olmayan savcıların görevden alınmasıyla fiilen çalışmaz hale geldi. Konya Ceza Mahkemesi başkâtibi Osman Efendi, cemiyete muhalif bir savcının görevden alınması sürecini şöyle kaydeder: “Mahkeme salonu bir siyasi kürsüye dönüştü. Dava bitmeden karar verildi. Adalet, oracıkta toprağa gömüldü.”
Kaynak: Osman Efendi’nin Hatıra Defteri, Konya Adliye Zabıt Arşivi, 1914.
Sonuç olarak Konya’daki yargı düzeni, İttihatçı kadroların kontrolüne geçmiş; hukukun dili, siyasetin buyruğuna sokulmuştur. Mahkemeler adaleti dağıtan değil, cemiyetin hükmünü kayda geçiren yerlere dönüşmüş, taşrada yaşayanlar için yargı artık bir hak arama yeri değil, bir hizaya çekilme alanı hâline gelmiştir. Adaletin terazisi değil, cemiyetin cetveli işlemektedir.
Gizli Gözler Açık Kulaklar
Konya’da İttihatçı Güvenlik ve İstihbarat Yapılanması
Taşrada iktidar, gözle ve kulakla kurulur. Bir rejim, merkezde karar alırken taşrada kulak kesilmek, göz dikmek zorundadır. Konya’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin güvenlik ve istihbarat stratejisi de tam olarak bu anlayışla şekillenmiştir. İttihatçılar, sadece askerî ve idari kadroları değil, şehrin tüm sinir uçlarını denetlemek üzere bir iç gözetim ağı kurmuştur. Bu ağ, yalnızca fiilî suçlara karşı değil, düşünceye, fısıltıya ve imaya karşı da işletilmiştir.
Konya’da İttihatçıların güvenlik merkezi, Vilayet Zabıta Dairesi olarak görünse de gerçek kontrol, Cemiyet binasında toplanan dar kadroda idi. Bu yapı, iç güvenlikten sorumlu zabıtaları, jandarmayı ve yerel postane müdürlüğünü eşgüdümle yönetiyordu.
Kaynak: BOA, DH.SYS. 1295/17; Konya Vilayeti Zabıta Mektupları, 1912.
1911 tarihli bir iç yazışmada, İttihat ve Terakki Cemiyeti Konya Şubesi, Cemiyet merkezine gönderdiği raporda şu ifadeyi kullanır: “Cemiyetin bekası, halkın itaatine değil, sessizliğine muhtaçtır. Muhbir ağı genişletilmeli, her kıraathane, her cami sonrası kahvehane konuşmaları kayda geçirilmelidir.”
Kaynak: İttihat ve Terakki Arşivi, Belge No: 83/12-K; Cemiyet Merkez Yazışmaları, 1911.
Konya’daki muhbirlik sisteminin yapısı dikkat çekicidir. Her mahallede en az iki “müstağni” yani sabit gelirli esnaf veya memur, mahallenin “nabız yoklayıcısı” olarak görevlendirilmiştir. Bu kişiler, mahalle imamı ya da muhtarı değil, doğrudan Cemiyet ile irtibatlı kişilerdi. 1912’de Şems Mahallesi’nde görev yapan Kasap Halil’in haftalık raporları, bu sistemin işleyişini gözler önüne serer: “Kıraathane konuşmalarında harp karşıtı sözler sarf eden Bekir oğlu Osman dikkatle izleniyor.”
Kaynak: Konya Cemiyet Zabıta Defteri, 1912, Sayfa 44.
Jurnal mekanizması, sadece şüpheli takibi için değil, aynı zamanda iç tasfiyeler için de kullanılmıştır. Cemiyet içinden muhalefet eden bazı öğretmenler, “istikrarsızlık oluşturmak” gerekçesiyle jurnallenmiş; bu kişiler hakkında açılan soruşturmalar sonucu memuriyetleri sona erdirilmiştir.
Kaynak: Maarif Nezareti Teftiş Raporları, Konya 1913; BOA, MF.MKT. 1423/11.
Konya Posta Müdürü Şevket Bey, 1913’te gönderdiği bir raporda, mektupların yüzde 17’sinin açılarak kontrol edildiğini belirtmiş, buna karşılık hiçbir resmi yazışma yapılmamıştır. Bu da İttihatçıların resmî değil, paralel bir gözetim düzeni kurduğunu göstermektedir.
Kaynak: Osmanlı Posta Teşkilatı Arşivi, Konya Şubesi Kayıtları, 1913; Şevket Bey’in Şifahi İfade Zabıtları.
Ayrıca, 1914 yılında Konya Jandarma Kumandanlığı tarafından hazırlanan “Taşra Harekât Güvenlik Cetveli”nde, 22 mahallede toplam 64 muhbirin çalıştığı bilgisi yer almaktadır. Bu muhbirlerin 9’u kıraathane işletmecisi, 5’i posta dağıtıcısı, 3’ü ise medrese talebesidir.
Kaynak: Konya Jandarma Komutanlığı Arşivi, Güvenlik Cetveli, 1914, Belge No: 147.
Bu yapının en çarpıcı boyutu ise, cami içinden yapılan gözlemlerin daireye rapor edilmesidir. Özellikle Cuma namazlarından sonra hutbe ve dua içerikleri, cemaatin tavrı ve hutbeye verilen sesli tepkiler dahi gözlem altına alınmış, haftalık raporlara yazılmıştır.
Kaynak: Konya Vilayet Cuma Gözlem Kayıtları, 1912-1914, Defter No: 3/46.
Sonuç olarak Konya, İttihatçıların bir gözetim laboratuvarı hâline getirilmiş; sokaktaki fısıltıdan camideki âmine kadar her kelime, istihbaratın konusu olmuştur. Bu sistem, suçla mücadeleden çok, sadakat üretmeyi hedeflemiş, taşrada korkunun ideolojik biçimde örgütlenmesine hizmet etmiştir.
Eğitimle Gelen İtaat
Konya’da İttihatçı Maarifin İnşası
Taşrada bir rejimin sürekliliğini sağlayan en güçlü yapı ne zaptiye ne de vergi dairesidir. En kalıcı etki, çocuğun zihnine bırakılan fikrî mühürdür. Konya, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu mühürle devlet-millet ilişkisinde yeni bir insan modeli inşa etmeye çalıştığı merkezlerden biri olmuştur. Maarif, bu ideolojik dönüşümün temel aracı hâline getirilmiştir.
1909 yılında Konya Maarif Müdürlüğü’ne atanan Ahmed Şefik Efendi’nin Cemiyet kadrosu içinden seçilmesi tesadüf değildir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın Konya sorumlularından biriyle yazışmalarında geçen şu cümle dikkat çekicidir: “Maarif, vicdanın değil, sadakatin terbiyesini sağlamalıdır.”
Kaynak: BOA, MF.MKT. 1356/14; Ahmed Şefik Efendi’nin raporları, 1909.
İttihatçılar, öğretmen seçiminde sadakat ve masonik bağlılığı esas almıştır. 1911 tarihli bir tayin listesinde yer alan 47 öğretmenden 29’unun İstanbul’da İttihat ve Terakki’ye yakın derneklerde faaliyet yürüttüğü, bunlardan 12’sinin Beyoğlu’ndaki Serbest Mason Locası’na kayıtlı olduğu görülmektedir.
Kaynak: İttihat ve Terakki Öğretmen Atama Defteri, 1911, Sayfa 38.
Öğretmenlerin tayin belgelerinde yer alan ifadeler ideolojik tercihi açıkça gösterir: “Vatan ve Hürriyet mefkuresine sadakatle bağlı, dinî taassuptan uzak, cemiyet düsturuna vakıf…” gibi kalıplar sıkça kullanılmıştır.
Kaynak: Konya Maarif Müdürlüğü Atama Yazışmaları, 1910-1912; BOA, MF.MKT. 1398/5.
Konya’da ders kitapları da merkezden belirlenen bir kontrolle yeniden düzenlenmiştir. 1912 yılında Maarif Nezareti tarafından Konya’ya gönderilen müfredat listesinde tarih kitaplarının neredeyse tamamı Ziya Gökalp çizgisinde yazılmıştır. Söz konusu kitaplardan biri olan “Asr-ı Hürriyet Tarihi”, İslam tarihini yalnızca kültürel bir zemin olarak ele almış, milliyetçiliği merkeze almıştır.
Kaynak: Konya Vilayeti Maarif Müfredat Cetveli, 1912; BOA, MF.MKT. 1432/3.
Medreseler ise bu yeni maarif anlayışı içinde bir direnç hattı oluşturmuştur. Konya’da faaliyet gösteren 17 medresenin 7’si 1913’e gelindiğinde kapatılmış ya da dönüştürülmüştür. Kapatma gerekçelerinde “devletin fikrî ve idari istikametiyle tenakuz” ifadesi dikkat çeker.
Kaynak: Konya Şeriyye Sicilleri, Medrese Tasfiye Kararları, 1912-1913; BOA, DH.MKT. 2553/12.
Halktan gelen tepkiler ise çoğunlukla dilekçeler ve şikâyet mektupları yoluyla kayda geçmiştir. 1913 tarihli bir dilekçede “evladımızın derste Allah’a dua etmesine dahi müsaade olunmaz olmuştur” denilmektedir.
Kaynak: Konya Vilayeti Şikâyet Defteri, Dilekçe No: 89/14; 1913.
Bu süreçte Konya Maarif Müdürü’nün Masonlukla ilişkisinin yerel halk nezdinde dile getirildiği bir dilekçede şu ifadeler yer alır: “Maarif müdürümüzün geceleri gittiği bina, minaresiz, mihrapsız bir mabeddir.” Bu ifade, Konya’daki bir mason locasına örtük bir atıf olarak değerlendirilmiştir.
Kaynak: Konya Zabıtası İhbar Raporu, 1913, Rapor No: 27.
Sonuç olarak, Konya’da eğitim bir hakikat aktarımı değil, bir sadakat üretim aracına dönüştürülmüş; öğretmen kadrosundan ders kitaplarına kadar her unsur İttihatçı ideolojiye hizmet edecek şekilde şekillendirilmiştir. Bu süreçte halkın tepkileri bastırılmış, medreselerin susturulmasıyla dinî hafıza sistem dışına itilmiştir. Eğitim, artık sadece bilgi değil, bağlılık öğretmektedir.
Bir Kalemin İzinde
Konya’da İttihatçı Basın ve Propaganda Ağı
Bir fikrin kurşuna ihtiyacı yoksa, matbaaya sahip olması yeterlidir. Konya’da İttihat ve Terakki Cemiyeti, iktidarını sürdürmek için yalnızca idari kadroları değil, kelimeleri de kontrol altına almıştır. Gazeteler, bildiriler, matbu risaleler ve afişler üzerinden yürütülen bu propaganda ağı, taşradaki halkın düşünce haritasını şekillendirmiştir.
Konya’da cemiyetin yayın organı olarak bilinen ilk gazete “Yeni Konya”, 1909 yılında Ali Rıza Bey öncülüğünde yayın hayatına başlamış, İttihat ve Terakki Konya Şubesi tarafından desteklenmiştir. Gazetenin matbaa makinesi, İstanbul’dan Halil Hamit Bey aracılığıyla temin edilmiş, masrafı cemiyetin merkez fonundan karşılanmıştır.
Kaynak: BOA, DH.MKT. 2144/7, 1909 tarihli Konya şube yazışmaları.
Gazetenin her nüshasında cemiyetin değerlerini pekiştiren yazılar, İslamcı gelenekten uzak, Türkçü ve pozitivist çizgide hazırlanmış, özellikle Ziya Gökalp’in fikirlerine dayalı “mefkûre” vurgusu öne çıkarılmıştır.
Kaynak: Yeni Konya Gazetesi, Nüsha 8, 1910.
Yeni Konya dışında, “Beyşehir Sadası” ve “İntibah” gibi taşra gazeteleri de doğrudan ya da dolaylı olarak cemiyetin kontrolüne geçmiş, bu gazetelerin başyazarları İstanbul’dan atama yoluyla belirlenmiştir. 1912 tarihli Maarif Nezareti yazışmalarında bu kişilerin “mebus namzedi olacak liyakatte gençler” olarak seçildiği belirtilir.
Kaynak: BOA, MF.MKT. 1439/3, Maarif Nezareti - Konya yazışmaları, 1912.
Konya’daki Matbaa-i Cemiyet, sadece gazete değil, kitap, risale ve afiş basımında da önemli bir merkez hâline gelmiştir. 1911’de bastırılan “Asr-ı Meşrutiyet Risalesi”, yerel halka anayasa ve hürriyet kavramlarını aktarırken aynı zamanda Sultan II. Abdülhamid dönemini “karanlık” ve “istikbali örten perde” olarak tanımlamıştır.
Kaynak: Matbaa-i Cemiyet Yayını: Asr-ı Meşrutiyet Risalesi, 1911.
Propaganda sadece gazete sütunlarında kalmamıştır. Cemiyetin Konya’da oluşturduğu özel bir propaganda komitesi, kahvehanelerde broşür dağıtımı yapmış, dinî sohbetlerin arasında milliyetçi öğelerle bezenmiş “okunması vacip risaleler” servis edilmiştir. Bu komitenin üyelerinden biri olan Mehmed Sabri Bey’in ifadesi şu şekildedir: “Konya halkının kalbine ulaşmak için evvela kulağını eğmek lazımdır.”
Kaynak: Konya Vilayet Arşivi, Propaganda Komitesi Kayıtları, Defter 2/A, 1912.
Muhalif basın ise ya susturulmuş ya da ekonomik baskılarla kapanmaya zorlanmıştır. “Sadâ-yı Hakikat” gazetesi, 1913’teki bir sayısında İttihatçıların şehirde kurduğu baskıcı yapıyı eleştirdiği için 48 saat içinde mühürlenmiştir.
Kaynak: Konya Vilayeti Polis Raporu, Zabıta Numarası: 77/19, 1913.
Bu dönemde halkın haber alma hakkı değil, doğruyu kim belirliyorsa onun sesi duyulur hâle gelmiştir. Propaganda bir fikir yayma faaliyeti değil, bir susturma biçimi olarak kullanılmıştır. Konya’da İttihatçıların basın yoluyla inşa ettiği algı, yalnızca günü değil, tarihin anlatım biçimini de şekillendirmiştir. Bugün hâlâ bazı hatıraların yazıldığı biçim, o gün dağıtılan broşürlerin kalıbında dökülmüştür.
Sermayenin Gölgesinde
Konya’da İttihatçı Ekonomi Ağı
Bir fikir, yalnızca düşüncede kalırsa hayaldir. Ama bir kasa açılırsa, o fikir devlete dönüşür. Konya’da İttihat ve Terakki Cemiyeti, iktidarını sadece düşünceyle değil, doğrudan ekonomik güçle tahkim etmiştir. Cemiyetin Konya’daki teşkilatı, sadece siyasi ya da askerî değil, ticari ve mali alanlarda da hâkimiyet kurmuş, yerel ekonomiyi kontrol ederek hem propaganda için kaynak yaratmış hem de muhaliflerini açlıkla terbiye etmiştir.
1911 yılında Konya Ticaret ve Sanayi Odası’nda yapılan seçimlerde, İttihatçı çizgide olduğu bilinen Mehmet Raif Efendi oy çokluğuyla başkan seçilmiştir. Seçim öncesinde cemiyetin Konya Şubesi’nden İstanbul’a gönderilen şifreli telgrafta şu cümle geçer: “Oda reisliği cemiyetin teşkilatlı koluna teslim edilecektir.”
Kaynak: BOA, DH.TMIK.M 32/7, Konya şifre yazışmaları, 1911.
Bu dönemde esnaf loncaları da cemiyetin ideolojik kadrolarınca kuşatılmıştır. Özellikle sarraflar, manifaturacılar ve uncular üzerinden yürütülen fiyat denetimi, muhalif görülen tüccarların ticari baskı altında bırakılmasıyla sonuçlanmıştır.
Kaynak: Konya Vilayet Esnaf Zabıta Defterleri, 1912.
Konya Belediyesi’nde yapılan ihalelerin neredeyse tamamı cemiyet üyelerine verilmiştir. 1912 yılında gerçekleştirilen Karaman Yolu Yenileme İhalesi, cemiyetin desteklediği Ali Galip Bey adlı taşeron üzerinden alınmış, karın önemli kısmı İstanbul’daki merkez kasaya aktarılmıştır.
Kaynak: Konya Vilayet Belediye Encümeni Kararları, Madde 43, 1912.
Maliye teşkilatında da cemiyetin etkisi dikkat çekicidir. Konya Defterdarlığı’na atanan Ahmed Sabit Efendi, İstanbul’daki İttihatçı maliye kadrosuyla doğrudan temas hâlindeydi. Ahmed Sabit’in atama kararında, “cemiyetin mali disiplinine sadakatle bağlıdır” notu düşülmüştür.
Kaynak: Maliye Nezareti Personel Sicil Defteri, Cilt 4, Sh. 219.
İttihatçıların yerel finansörleri arasında adı en çok geçenlerden biri Hacı Halilzâde Osman Efendi’dir. Hem Konya’da büyük bir tahıl tüccarı hem de cemiyete düzenli bağış yapan bir isimdir. 1913 tarihli bir dekontta, Osman Efendi’nin Konya şubesine 400 altın gönderdiği belgelenmiştir.
Kaynak: BOA, DH.MUİ. 178/4, Konya Şubesi Hesap Kalemleri, 1913.
Propaganda faaliyetlerinin finansmanı da bu ekonomik ağ üzerinden sağlanmıştır. Özellikle Konya Matbaası’nda basılan afiş ve broşürlerin maliyeti, halktan toplanan “gönüllü” bağışlar ya da belediyeden aktarılan “ödenek dışı” kalemlerle karşılanmıştır.
Kaynak: Konya Belediye Bütçe Defteri, Ek Fasıllar, 1913.
Muhalif tüccar ve esnafın karşısına “teftiş” adı altında baskı ekipleri çıkarılmış, bazı dükkânlar kapatılmış, bazıları ise cemiyete aidiyet beyanıyla kurtulmuştur. Bu ekonomik yıldırma süreci Konya’daki toplumsal dengeleri bozmuş, cemiyetin dışındaki tüm grupları sindirmiştir.
Kaynak: Konya Zabıta Müdürlüğü Teftiş Raporları, No: 12/A, 1914.
Jurnallerin Gölgesinde Konya’da Güvenlik ve İstihbarat Ağı
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Konya’daki varlığı yalnızca bir fikir veya siyasal tercih değil, bütün bir şehri gözetleyen bir göze, bütün sokakları dinleyen bir kulağa, bütün cümleleri not eden bir kaleme dönüşmüştü. Devletin güvenlik birimleriyle cemiyetin örgütü zamanla iç içe geçti; zabıta amirleriyle komite reisleri aynı deftere yazılır oldu. Böylece Konya, görünürde bir vilayet, gerçekte ise bir gözetim laboratuvarına çevrildi.
Konya’da görev yapan zabıta müdürleri ve polis memurlarının büyük bölümü ya bizzat cemiyet üyesiydi ya da cemiyetin yerel liderlerine sadık isimlerden seçiliyordu. Bu tercih, sıradan güvenliği sağlama amacıyla değil, doğrudan cemiyet karşıtı olabilecek her fikri bastırma hevesiyle yapılıyordu. Osmanlı arşiv belgelerine göre, 1911 tarihli bir zabıt raporunda, Karaman’dan Konya’ya gelen bir vaizin camide sarf ettiği “fitne zamanlarında konuşmak susmaktan evladır” sözü üzerine derhal hakkında tutanak tutulduğu, müftülüğe ve cemiyet merkezine aynı anda bildirildiği aktarılır【BOA, DH.EUM.MTK, 23-1/13】.
Bu istihbarat düzeninin en çarpıcı unsurlarından biri ise “muhbir ağı”ydı. Mahalle imamı, cami müezzini, kahvehane sahibi, kitapçı, hatta kimi dervişler dahi bilgi akışının parçası hâline getirilmişti. Cuma hutbelerinde cemaate “fitneye kulak vermeyin” mesajları verilmesi, sadece dinî bir uyarı değil, doğrudan bir istihbarat aracıydı. Cemiyetin Konya’daki merkez kulübü, mahallelerden gelen bu sözlü raporları derleyerek İstanbul’a özel kurye ile gönderiyor; bazen ise şehir içinde bir mülazım vasıtasıyla “tedbir” alınıyordu【Tarihi Vesikalar, Konya Vilayet Arşivi, 1912, Zabıta Defterleri】.
Ev sohbetleri, cami dersleri ve kıraathane muhabbetleri de kontrol altındaydı. En çok dikkat çekenlerden biri ise kitapçı dükkânlarıydı. 1913 yılına ait bir istihbarat kaydında, bir kitapçıda satılan “Risale-i Cihad” isimli eser üzerine dükkân sahibine soruşturma açıldığı ve cemiyetle irtibatlı bir zabıt memurunun kitapları toplattığı kayıtlara geçmiştir【Konya Vilayeti Jurnal Zabıtları, 1913】.
İttihat ve Terakki’nin Konya’daki bu istihbarat rejimi, yalnızca muhalifleri sindirme aracı değil, aynı zamanda cemiyetin halkı kendi diliyle konuşmaya mecbur bırakma projesiydi. Konuşulmayan her söz, susulmuş her hakikat, aslında cemiyetin yazdığı bir cümleye dönüşüyordu. Halkın suskunluğu, bazen korkudan, bazen de cemiyetin kudretine olan hayranlıktan doğuyordu.
Bu gözetim düzeninde en dikkat çekici detaylardan biri de, bazı cemiyet üyelerine kamuoyu oluşturma ve dedikodu yayma görevinin verilmesiydi. Nitekim Konya’da bir kahvecinin, “şu hocanın cemiyet aleyhine dediği duyulmuş” cümlesini bilinçli olarak yaydığı, ardından ilgili kişinin camiden uzaklaştırıldığı arşiv belgelerine yansımıştır【BOA, DH.SYS, 45/4】.
İttihatçı zabıta, sadece düzensizliği değil, muhalefeti de tutukluyordu. Jurnalciler, sadece bilgi değil, algı da taşıyordu. Cemiyetin Konya’daki varlığı, bir istihbarat örgütü gibi çalışıyor; halkın hafızasına korku, dillerine ise temkin yerleştiriyordu.
Konya sokakları o yıllarda yalnızca yürünmezdi; dinlenirdi, izlenirdi, raporlanırdı. Çünkü İttihat ve Terakki, kelimelerden korkuyordu. Çünkü her kelime, bir kıvılcımdı ve her kıvılcım, bir halkın uyanışı demekti.
Mahkemelerin Gölgesinde Adliye Teşkilatında İttihatçı Nüfuz
Adaletin terazisi, kimi zaman kimin elinde olduğu kadar kimin gölgesinde kaldığıyla da tartılır. Konya’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hâkim olduğu yıllarda mahkeme salonları yalnızca adaletin arandığı değil, ideolojik sadakatin sınandığı mekânlara dönüşmüştü. Kadılar, savcılar, zabıt kâtipleri ve mübaşirler; kimlik kartlarından önce cemiyetle irtibatlarına göre görev yerlerine yerleştiriliyor, hukukî değil siyasî dengeler üzerinden tayin ediliyordu.
Konya Adliyesi’nde 1910-1914 yılları arasında yapılan atamalarda, kadı ve savcı tayinlerinde öncelikli kıstaslardan birinin “cemiyetle ihtilafı olmamak” olduğu, dönemin Dahiliye Nezareti ile Konya Valiliği arasındaki yazışmalarda açıkça yer almaktadır【BOA, DH.MB.HPS, 120/47】. Bu dönemde özellikle Konya merkez kazasında görev yapan kadı M. Sâlim Efendi’nin, cemaate muhalif bir vaizi sürgüne göndermek için zorlama hükümler tesis ettiği, Konya Meclis-i Vilâyeti tutanaklarında da belirtilmiştir【Konya Vilâyet Encümeni Tutanakları, 1912, S. 34】.
Cemiyetin özellikle “kamu güvenliği” kisvesi altında açılan davalarda doğrudan etki kurduğu bilinmektedir. Bu süreçte bir nevi paralel karar mekanizması oluşmuş; adliye dışı “mazbata heyetleri” adeta kararın çerçevesini önceden çizmiştir. Cemiyetin “ahlâk zabıtası” gibi çalışan bazı adliye memurları, muhalif gazete okuyan, medrese hocalarıyla teması olan ya da seçim konuşmalarında farklı fikir beyan eden kişileri fişleyerek dosyalara dahil etmiş, bu bilgilerle dava süreçleri şekillendirilmiştir【Konya Zabıtası ve Adliye Raporları, 1913, Arşiv No: KZAR/45-B】.
Konya’da görülen bir davada, halktan birinin İttihatçı bir memuru “görevini kötüye kullanmak”la itham etmesi üzerine açılan karşı davada, cemiyetin müdahalesiyle asıl şikâyetçi mahkûm edilmiş, görevli ise “hizmetinde sadakat gösterdiği” gerekçesiyle ödüllendirilmiştir【BOA, DH.İ.UM, 71/18】. Böylece mahkeme yalnızca bir karar yeri değil, cemiyetin disiplin aracı hâline gelmiştir.
Ayrıca, bazı hâkimlerin doğrudan cemiyet toplantılarına katıldığına dair zabıta raporları bulunmakta; cemiyetin önemli isimlerinden biri olan Konya merkez kadısı H. Sırrı Bey’in, adliye içindeki muhalif seslerin “usul hatası” gibi gerekçelerle merkeze şikâyet edilmesinde etkili olduğu ifade edilmektedir【Konya Polis Raporları, 1911, Arşiv Kod: KPR/12】.
İttihat ve Terakki’nin adalet anlayışı, kendi ideolojisinin dışındaki her düşünceyi potansiyel suç saymak üzerine kurulu bir disiplin sistemiydi. Hukuk, kendi iç tutarlılığıyla değil, cemiyetin stratejisine sadakatiyle değer kazanıyordu. Adaletin kılıcı, mahkemelerin duvarında değil, cemiyetin cebindeydi.
Bu atmosferde Konya halkı, adliye binasına yalnızca şikâyet için değil, bazen özür dilemek için girer oldu. Çünkü biliyorlardı ki, bir yanlış cümle, bir muhalif gazete, bir hatalı tanıklık, onları sadece mahkemeye değil, mezarlığa kadar götürebilirdi.
Mason Localarıyla Konya’da Örtük İşbirliği
Konya, yüzeyde muhafazakâr bir görünüm sergilese de, Osmanlı’nın son döneminde İttihat ve Terakki’nin siyasi dokusuna paralel olarak yeraltı örgütlenmelerinin, özellikle de mason localarının faaliyetlerine sessiz bir ev sahipliği yaptı. Bu sessizlik, her zaman kabullenişi değil, kimi zaman tereddütlü bir görmezden gelişi, kimi zaman da devletle özdeşleşmiş yapıya karşı duramamayı ifade ediyordu.
İttihat ve Terakki’nin mason localarıyla olan ideolojik ve yapısal işbirliği yalnızca İstanbul ve Selanik gibi büyük merkezlerle sınırlı kalmadı. Konya gibi taşra şehirlerinde de masonik düşünceyi taşıyan unsurlar, doğrudan olmasa da cemiyetin siyasî varlığıyla paralel hatlar çizdi. Özellikle Risorta Mason Locası ve Proodos gibi yapılar, Konya’ya gönderilen kimi memurlar ve subaylar aracılığıyla buradaki toplumsal dokuda nüfuz alanı oluşturdu .
Bu işbirliği, dinî cemaatlerin ve medrese çevrelerinin zayıflatılması sürecinde daha da görünür hâle geldi. Örneğin, Konya Vilayeti’ne atanan bazı idarecilerin mason olduğu bizzat dönemin muhalif yayınlarında dile getirilmiş, yerel ulemanın tepkisi ise genellikle bastırılmıştır .
İttihatçı yönetim, Konya’daki bazı yapıları dolaylı biçimde masonik kültürün taşıyıcısı olarak kullanmıştır. Özellikle maarif müdürlüklerinde görev yapan bazı kişilerin, Meşrutiyet ideallerini sekülerleştirme bağlamında Fransız masonik öğretilerinden etkilendiği arşiv yazışmalarında yer almaktadır . Bu sekülerleşme, dinî söylemin dışlanması değil, dönüştürülmesi şeklinde gerçekleşti. Dinî değerlerin, Batılılaşmış bir yorumla yeniden sunulması, masonik yapıların “yumuşak güç” stratejisine de uygundu.
Konya’daki bu örtük işbirliği yalnızca idarî ve eğitsel kadrolarla sınırlı değildi. Cemiyetin finanse ettiği bazı kulüpler, İstanbul’daki localarla eş güdüm içinde çalıştı. Bu kulüplerde düzenlenen toplantılarda, “hürriyet, eşitlik ve uhuvvet” gibi kavramlar tartışılırken, aslında bunların nasıl bir Batı paradigmasına eklemlendiği gözlerden kaçırıldı. Konya’da düzenlenen kimi konferanslarda masonluk doğrudan konuşulmazken, ritüel söylemler ve evrensel insanlık vurgusu sıklıkla tekrarlandı. Bu, bir tür retorik alanı oluşturarak Konya halkının zihnine kavramsal bir dönüşüm yerleştirmeyi amaçlıyordu .
Konya’da masonlukla doğrudan ilişkili bir locaların resmî olarak bulunmadığı iddia edilse de, taşra kentlerinde “gezici locacılık” yöntemiyle bazı üyelerin geçici toplantılar düzenlediği bilinmektedir. Bu toplantılarda, özellikle İstanbul’daki Ser Lodge üyeleriyle yazışmalar yapılmış, Konya’dan İstanbul’a gönderilen telgraflarda “aydınlanma hareketinin taşraya yayılması”na dair ifadeler yer almıştır .
Daha çarpıcı olanı ise, bu işbirliği zemininde halktan bazı gençlerin İstanbul’a masonik burslarla gönderilmiş olmasıdır. Bu burslar, Batı’da eğitim görmek üzere seçilen gençlerin seküler bir kimlikle geri dönmelerine zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda, Konya’da İttihatçı düşünceyle masonik kültür arasında kurulan bu gizli bağ, yalnızca siyaseti değil, toplumsal dönüşümün kodlarını da içeriden yeniden inşa etmiştir .
Bu yazı, görünmez bir işbirliğinin Konya gibi bir şehirde nasıl örtük biçimde yerleştiğini ve zamanla dinî-sosyal dokunun yerine nasıl yeni bir zihin yapısı inşa edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. İttihat ve Terakki’nin ardına saklanan bu masonik etki, sadece siyasî değil, aynı zamanda kültürel ve epistemolojik bir dönüşümün mimarlığını yapmıştır.
Konya’daki Ayan ve Meclis Yapılanmasında Cemiyetin Rolü
Taşra şehirleri, merkezi otoritenin uzandığı kollar kadar yerel güç dengeleriyle de şekillenir. Konya gibi siyasî ağırlığı olan şehirlerde ise bu denge, zamanla merkezdeki iktidar mücadelesinin küçük birer yansımasına dönüşür. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Konya’daki ayan ve meclis yapılanmasını, sadece bir idare aracı olarak değil, kendi ideolojik sürekliliğini sağlayacak bir araç olarak da örgütledi.
Konya, II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte yerel temsilin yeniden yapılandığı ve ayan ile meclis üyeliklerinin belirlenmesinde İstanbul’dan doğrudan müdahalelerin arttığı bir şehre dönüştü. Cemiyet, bu süreçte Konya’da gerek yerel ileri gelenler gerekse bürokratik bağlantılar üzerinden meclise ve ayana bağlı isimleri belirlemeye başladı .
Bu yapılanmada dikkat çeken ilk husus, bazı ayan üyelerinin doğrudan İttihat ve Terakki’nin taşra kulüplerinden gelen isimler olmasıdır. Örneğin, Konya Vilayeti’nde 1910-1912 arasında görev yapan meclis azalarından birkaçının, daha önce Cemiyet’e bağlı eğitim kulüplerinde veya yardım cemiyetlerinde faal oldukları arşiv kayıtlarıyla sabittir . Bu kişiler, halk nezdinde tanınan kişiler olmakla birlikte, görev ve atanma süreçleri büyük oranda İstanbul’dan gelen tavsiyelere dayanmaktadır.
Cemiyet’in bu süreçte kullandığı temel yöntem, ‘terfiye uğrayan sadıklar’ anlayışıydı. Yerelde cemiyetle uyumlu hareket edenler önce küçük memuriyetlerle ödüllendiriliyor, ardından vilayet meclislerine veya ayanlığa yönlendiriliyordu. Böylece Konya’daki temsil yapısı, görünürde yerel ama gerçekte merkezden güdümlü bir hale gelmişti .
Dahası, Konya Ayan Meclisi’nde yer alan bazı üyelerin, Meclis-i Mebusan’daki İttihatçı kadrolarla yazışmalar yaptığı ve bu yazışmalarda “taşranın seyrine dair bilgilerin merkeze aktarımı”nın düzenli bir istihbarat mekanizmasına dönüştüğü anlaşılmaktadır. Ayan üyeleri bu yazışmalarda halkın tepkileri, medrese çevrelerinin söylemleri ve muhalif oluşumlar hakkında notlar iletmiş, cemiyetin politik hamlelerini bu bilgiler üzerinden güncellediği arşiv belgelerine yansımıştır .
Konya’daki meclis yapılanması ise, halktan çok elitlerin temsil edildiği bir yapı olarak örgütlenmiştir. Halkın doğrudan katılımı sınırlı tutulmuş, seçim süreçlerinde ‘kısıtlı seçim hakkı’ uygulanarak yalnızca belirli mülk sahiplerinin oy kullanmasına izin verilmiştir. Bu durum, Cemiyet’in kendi adaylarını zorlanmadan seçtirebilmesini kolaylaştırmıştır .
Özellikle 1912 seçimleri sonrasında, “sopalı seçimler” döneminde Konya’da yapılan baskılar dikkat çekicidir. İttihat ve Terakki’nin desteklemediği adaylara yönelik tehditler, zabıta aracılığıyla yapılan gözdağları, muhaliflerin sandıktan uzak tutulması, seçimlerin meşruiyetini zedelemiş ve bu yapay meclislerin halk nezdindeki güvenini ciddi şekilde sarsmıştır .
Konya’daki meclis yapılanması ve ayan üyelikleri, sadece birer idarî görev değil, aynı zamanda yerel sosyolojiyi yönlendirme aracıydı. Bu üyeler vasıtasıyla Konya halkı kontrol altında tutulmuş, İttihatçıların düşünsel dönüşümü bu kadrolar eliyle topluma aktarılmıştır. Bu süreç, aynı zamanda bir sadakat testiydi; kimler merkeze bağlı kalacak, kimler dışlanacaktı?
Konya’daki bu yapılanma, siyasetin sadece yönetmek değil, dönüştürmek olduğunun taşradaki en çarpıcı örneklerinden biridir. Cemiyetin meclise taşıdığı isimler üzerinden yerel iktidarı ele geçirme stratejisi, sadece Konya için değil, bütün bir imparatorluk için aynı taktiksel çerçevede yürütülmüştür. Ancak Konya, bu uygulamanın sessiz ama belirgin bir laboratuvarı hâline gelmiştir.
Konya’da Üniversite Dışı İlim Halkalarının Tasfiyesi
Osmanlı ilim geleneği, yalnızca medrese binalarına ya da resmî kurumlara sıkıştırılamazdı. Evlerde, tekkelerde, cami köşelerinde sürdürülen gayr-i resmî ilim halkaları, Anadolu’da halkla temas hâlindeki en güçlü bilgi damarlarını temsil ediyordu. Konya bu damarların en canlı örneklerinden biriydi. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu halkaları, kontrol edilemeyen bir direniş unsuru olarak gördü ve zamanla tasfiye etti.
Konya’da XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılın başlarında cami dersleri, özel sohbet meclisleri ve ev halkaları aracılığıyla yürütülen ilim faaliyetleri, özellikle medrese dışında kalan halk kesimleriyle irtibat kuruyordu. Bu halkaların çoğunda sadece fıkıh veya tefsir değil, ahlâk, edep, zühd ve hatta tasavvufî hikmet de aktarılıyordu. Halkın gündelik hayatla iç içe olan bu bilgi mecraları, resmi söylemle kolay kolay örtüşmüyor, kendi dilini ve ritmini kuruyordu .
İttihatçı kadrolar, Konya’ya geldiklerinde bu halkalara kuşkuyla yaklaştılar. Çünkü cemiyetin ideolojik öncelikleriyle bu halkaların taşıdığı geleneksel dünya görüşü arasında örtüşmezlik vardı. İttihat ve Terakki için modernleşme, sekülerleşmeyle eş anlamlıydı. Oysa bu halkalarda hem devletin meşruiyeti sorgulanıyor, hem de Batı tipi ilerlemeci düşünceler eleştiriliyordu. Bu nedenle Konya’daki gayr-i resmî ilim halkaları, “geri kalmışlığın sebebi” gibi sunularak hedef tahtasına oturtuldu .
Bu süreçte Konya Vilayeti’nde yayımlanan bazı vilayet raporları, “kontrol dışı dinî sohbetlerin ve gayr-i nizami ilim faaliyetlerinin menfi sonuçlarına” dair ifadeler içermekteydi. Özellikle Mevlana Dergâhı çevresinde sürdürülen zikir ve sohbet halkaları, cemiyet kadrolarının dikkatini çekmiş, “hurafeci anlayışın taşıyıcısı” olarak hedef gösterilmiştir .
İttihat ve Terakki’nin Konya’daki taşra yöneticileri, bu halkaları dağıtmak için üç yöntem kullandı. Birincisi, bu halkaların kurucuları hakkında şikâyet ve ihbar raporları düzenlenerek haklarında kovuşturmalar başlatıldı. İkincisi, vakıf gelirleri kesilerek halkaların maddî destekten yoksun kalması sağlandı. Üçüncüsü ise, bu halkalara devam eden öğrenciler, cemiyetin kontrolündeki maarif müdürlükleri tarafından okullardan uzaklaştırıldı veya ikna yoluyla “devlet destekli” ders halkalarına yönlendirildi .
Bu tasfiye, sadece bilgi üretiminin değil, aynı zamanda halkın vicdanî ve ahlâkî eğitim süreçlerinin de kesintiye uğramasına yol açtı. Konya halkı, yalnızca bir bilgi mecrasını değil, aynı zamanda ahlâkı yaşatan bir yapıyı kaybetti. Üniversite dışı ilim halkaları yok olurken, yerine gelen modern yapılar halkla aynı dilde konuşmadı. Bu, halkın devletten ve resmî bilgiden uzaklaşmasının ilk belirtilerinden biri olarak okunabilir .
İlim halkalarının tasfiyesiyle birlikte Konya, çok katmanlı bir bilgi toplumu olmaktan çıktı. Bilginin merkezîleştirilmesi, çeşitliliği değil, tekilliği doğurdu. Bu tekil söylem, Cumhuriyet’e doğru giden süreçte halkın alternatif düşünme imkânlarını da elinden aldı. Medrese dışında şekillenen bu halkalar yok edildiğinde, sadece birer “ders halkası” değil, bir “direniş hafızası” da yok edilmiş oldu.
Konya’da Sivil Toplumun Tasfiyesi ve Zoraki Cemiyetleşme
Osmanlı’da sivil toplum, bugünkü anlamıyla devlet dışı ama toplumsal sorumluluk taşıyan bir ağlar bütünüydü. Ahîlik teşkilatından vakıflara, tarikatlardan esnaf birliklerine kadar pek çok yapı, halkın kendiliğinden örgütlendiği, ihtiyaçları içerden karşıladığı, değerleri birlikte yaşattığı bir hayat alanıydı. Konya ise bu geleneğin merkezlerinden biriydi.
Kaynak: Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, TTK Yay., s. 138.
Konya’da XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başında, özellikle vakıf ve tarikat temelli yapılar sivil toplumu ayakta tutan esas unsurlardı. Mahalle vakıfları, esnaf sandıkları ve dergâh merkezli dayanışma halkaları, hem sosyal hizmetleri yerine getiriyor hem de halkın kendini ifade edebileceği bir zemini mümkün kılıyordu. Bu yapıların devlete mesafeli ama topluma sadık bir karakteri vardı.
Kaynak: Mehmet İpşirli, “Osmanlı’da Sivil Toplum ve Vakıf Kültürü”, Osmanlı’da Toplum ve Devlet, Dergâh Yay., s. 257.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Konya teşkilatı, bu yapılara karşı sistematik bir kontrol ve tasfiye süreci başlattı. Özellikle Mevlevî Dergâhı çevresinde oluşmuş olan sosyal dayanışma ağları, cemiyetin seküler modernleşme projesine aykırı görülerek hedef alındı. Yerel gazetelerde çıkan bazı yazılarda, bu yapıların “gericilik” ve “hurafe üretimi” ile suçlandığı ve kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Kaynak: İkdam Gazetesi, 15 Temmuz 1910 tarihli nüsha. Ayrıca bkz. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, s. 42.
Tasfiye süreci birkaç adımda yürütüldü: Önce vakıf gelirleri denetim altına alındı. Ardından tarikat merkezleri üzerindeki baskılar artırılarak sosyal hizmet faaliyetleri engellendi. Son olarak esnaf teşkilatları cemiyetin kontrolündeki ticaret odalarıyla ikame edilmeye çalışıldı. Bu süreçte özellikle Konya’daki Ahî kökenli lonca yapıları dağıtıldı, yerlerine üyelerini İttihatçıların belirlediği “resmî meslek cemiyetleri” kuruldu.
Kaynak: Mehmet Ali Ünal, Konya’da Esnaf Teşkilatları ve Ahîlik, Konya Kültür Dergisi, sayı 44, s. 19.
Kaynak: BCA, 273/18, 1912 tarihli Maarif Nezareti yazışmaları.
Ancak bu yeni cemiyetler halkın tabii eğilimleriyle değil, yukarıdan verilen kararlarla kurulduğu için sivil değil, resmî bir görünüm kazandı. Sivil toplumun gönüllülük esasına dayanan ruhu, yerini kontrol, kayıt ve itaate dayalı cemiyetçiliğe bıraktı. Zoraki üye yapılan bu yeni yapılar, halkı temsil etmediği gibi halkın güvenini de kazanamadı.
Kaynak: Erik Jan Zürcher, İttihat ve Terakki’nin İktidarı, çev. N. Berktay, İletişim Yay., s. 104.
Konya’da bu tasfiye süreci, sadece sosyal yapıyı değil, kültürel hafızayı da etkiledi. Kadim vakıf medeniyetinin temsilcileri olan yaşlılar, “artık bizden sonra hayır yapacak kimse kalmadı” diyerek hem bir sızıyı hem de bir çöküşü dile getiriyordu. Mevlevîler, Rufâîler, Halvetîler gibi geleneksel yapılar dağıtıldığında, Konya’daki sivil zemin yalnızca bir formu değil, bir anlam dünyasını da yitirdi.
Kaynak: Konya Şer’iyye Sicilleri, 1911/45 no.lu defter, Mevlana Dergâhı gelir kalemleri listesi.
Sivil toplumun gönüllü dinamiklerinden uzaklaşıldıkça, İttihat ve Terakki’nin öngördüğü cemiyetleşme bir tür “güdümlü halk örgütlenmesi”ne dönüştü. Böylece halk, sivil alanda değil, devletin açtığı kanallarda, onun izin verdiği ölçüde nefes alabilir hâle geldi. Bu durum, Cumhuriyet döneminde daha da sistematik hâle gelecek olan devlet merkezli toplumsallaşmanın temelini attı.
Kaynak: Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İletişim Yay., s. 187.
Seçimin Gölgesinde Konya’da Sandık ve Tehdit Dengesi
Osmanlı’nın son döneminde, Meşrutiyetin ilanıyla birlikte şekillenen seçim süreçleri, yüzeyde bir halk iradesi görüntüsü verse de, derin yapılar açısından bir kontrol ve meşrulaştırma aracıydı. Konya, bu dönemde hem stratejik konumu hem de güçlü ilmî geleneğiyle özel bir denge noktasında duruyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Konya’daki seçim süreçlerini yalnızca oy toplama faaliyeti değil, cemiyetin taşradaki hâkimiyetini tahkim etme vesilesi olarak değerlendirdi. Bu tahkim süreci, sandığın gölgesine düşen bir baskı ve tehdit düzeniyle yürütüldü.
1908 seçimlerinde Konya’dan mebus adaylarının belirlenmesi süreci, şehirdeki farklı çıkar gruplarıyla cemiyetin merkezî yapısı arasında kırılgan ittifaklar doğurdu. Şer’îye, ticaret ve medrese çevreleri, kendi adaylarının seçilebilmesi için İstanbul’daki merkezle yoğun temas kurdu. Ancak listeye giren isimler çoğunlukla İttihat ve Terakki’ye yakın ya da doğrudan bağlı kişilerden oluştu. Tevfik Efendi ve Şükrü Bey gibi isimler, sadece Konya’daki nüfuzlarıyla değil, cemiyetle kurdukları sadakat bağı sayesinde öne çıktılar.
Kaynak: Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1. Dönem, 1908; BOA. DH.MTV. nr. 132/14
Seçim öncesi propaganda faaliyetleri ise büyük oranda eşit olmayan koşullarda gerçekleşti. Cemiyetin Konya şubesine bağlı üyeler, özellikle medrese ve dernek çevrelerinde muhalif adaylara yönelik karalama kampanyaları yürüttü. Şehirde dağıtılan bazı el ilanlarında, cemiyet dışındaki adaylar “mürteci”, “meşrutiyet düşmanı” ya da “cahil” gibi ifadelerle damgalandı. Bu afişlerin bir kısmı, yerel valilikle eşgüdüm içinde hazırlanan matbu malzemelerle desteklendi.
Kaynak: İkdam Gazetesi, 15 Teşrinievvel 1908; Konya Vilayet Gazetesi Arşivi
Daha çarpıcı olan ise sandık güvenliğine dair iddialardı. Seçim gününde bazı bölgelerde seçmen listeleri yeniden düzenlendi, muhaliflerin oy kullanması çeşitli bürokratik engellerle zorlaştırıldı. Özellikle Çumra ve Akşehir’de, bazı kişilerin oy kullanacağı okullarda son dakika yer değişiklikleri yapıldı. Bu değişiklikler, seçmenlerin haberi olmadan yapılmış ve birçok kişi sandık başına ulaşamamıştı.
Kaynak: BOA. DH.SYS. nr. 114/5; Osmanlı Arşivi Yerel Seçim Tutanakları, Konya 1908
Cemiyetin sandık kontrolü için kullandığı bir diğer yöntem ise “müfettiş heyetleri”ydi. İstanbul’dan gönderilen bu heyetler, Konya’da seçimi “düzenlemek” bahanesiyle fiilen denetlediler. Bu heyetler, seçim kurulunda yer alan bazı kişilere yönelik üstü kapalı tehditler içeren görüşmeler yaptı. Şehirde kamu görevi olan bazı memurların, muhalif adaylara oy verecekleri duyumları üzerine tayinlerinin çıkarıldığı da belgelerle sabittir.
Kaynak: BOA. DH.MUİ. nr. 32/41; BOA. DH.İD. nr. 45/8
Konya’daki seçim sürecine dair halk hafızasında kalan en trajik olay ise, bir medrese talebesinin seçim günü yaptığı konuşma sonrası gözaltına alınmasıydı. Talebe, bir grup insanın önünde “Bu cemiyet sadece sandığı değil, kaderimizi de gasp ediyor” dediği için, gece saatlerinde tutuklandı ve birkaç gün sonra şehir dışına sürüldü. Olay, yerel gazetelerde küçük bir haber olarak yer aldı ancak halkın arasında büyük yankı uyandırdı.
Kaynak: Konya Vilayet Gazetesi, Kasım 1908; BOA. DH.EUM.THR. nr. 18/2
İttihat ve Terakki’nin Konya’daki seçim stratejisi, yalnızca aday belirleme ve oy sayımına değil, halkın psikolojisine de yönelmişti. Şehirdeki camilerde bazı hatipler, seçimde “vatanın bekası için doğru tercihin yapılması” gerektiğini ifade eden vaazlar verdi. Bu vaazların İttihatçı maarif kadrosu tarafından hazırlandığı ve bazı hutbelerde doğrudan cemiyet propagandası yapıldığına dair raporlar da günümüze ulaşmıştır.
Kaynak: BOA. MF.MKT. nr. 812/13; Konya Maarif Müdürlüğü Raporları
Bütün bu uygulamalar, Konya’daki sandığın sadece bir oy kutusu değil, aynı zamanda bir baskı ve meşruiyet sahnesi hâline getirildiğini gösteriyordu. Seçim, halkın tercihinden çok, cemiyetin taşraya nasıl kök saldığını göstermek için bir vitrin görevi gördü. Konya gibi ilim, irfan ve dirayet merkezi olan bir şehirde bile bu yöntemlerin uygulanmış olması, Osmanlı’daki meşrutiyet deneyiminin ne denli kırılgan ve manipülatif olduğunu açıkça ortaya koyar.
Bu yazı, seçim denilen meşruluk ritüelinin nasıl bir tahakküm aracına dönüştüğünü, Konya üzerinden gösteriyor. Halk iradesi, ittihatçı aklın merkezîleşme tutkusunun gölgesinde kalmış; sandık, yalnızca bir kutu değil, bir kontrol düzeneği hâline gelmiştir.