1. YAZARLAR

  2. Ahmet Şükrü Kılıç

  3. Kız çocuğu bir değer imtihanıdır
Ahmet Şükrü Kılıç

Ahmet Şükrü Kılıç

Yazarın Tüm Yazıları >

Kız çocuğu bir değer imtihanıdır

A+A-

Kız çocukları meselesi çoğu zaman tarihsel bir vahşet anlatısına indirgenir. “Cahiliye Arapları kızlarını diri diri gömerdi” cümlesi, sorgulanmadan tekrarlanan bir klişeye dönüşür. Oysa mesele, yalnızca bir dönemin karanlık pratiğini anlatmak değildir; asıl mesele, insanın değer terazisinin nerede bozulduğunu göstermektir. Kur’ân’ın yaptığı da budur.  Bir toplumu toptan mahkûm etmek değil, bir zihniyeti teşhir etmek. Ayet vardır, kınama vardır, ahlâkî yıkım tasviri vardır; fakat tarihsel veriler dikkatle okunduğunda, bu fiilin bütün bir topluma yayılmış, süreklilik kazanmış, normatif bir “Gelenek” olduğu iddiasını taşıyacak somutluk yoktur.

 

Kur’ân’da kız çocuğu üzerinden yapılan sert uyarılar inkâr edilemez. Nahl sûresindeki tasvirde kız çocuğu haberi alan adamın yüzünün kararması, Tekvîr sûresinde “Diri diri gömülen kız çocuğuna” sorulacak hesap, insanın utanç ve korku üzerinden kurduğu değersizleştirme biçimini gözler önüne serer. Fakat Kur’ân’ın dili dikkatle okunduğunda, “Herkes yapıyordu” gibi bir genelleme kurulmadığı da görülür. Metin, fiili mutlaklaştırmaz; zihniyeti mahkûm eder. Aynı şekilde “Çocuklarınızı öldürmeyin” uyarılarında kullanılan kelimeler cinsiyet belirtmez; ekonomik korkularla yapılan her türlü evlat kıyımını kapsar. Kur’ân, böylece iki ayrı alanı ayırır; fakirlik korkusuyla evlat öldürme ve kız çocuğunu utanç sayma. Bu ayrım, meselenin sadece tarihsel değil, ahlâkî bir okuma gerektirdiğini gösterir.

 

Hadis literatürüne gelindiğinde tablo daha da belirginleşir. Hadislerde bu fiil açıkça kınanır, yasaklanır, büyük günahlar arasında sayılır. Fakat peygamberlik döneminde Mekke’de “Falanca müşrik kızını gömdü, Hz. Muhammed gidip engelledi” diye isimli, tarihli, somut bir vaka anlatısı yoktur. Bu yokluk önemlidir. Çünkü eğer bu fiil İslam geldikten sonra da yaygın biçimde devam eden bir pratik olsaydı, müdahale anlatılarının, olay tasvirlerinin, isimli vakaların rivayetlerde yer alması kaçınılmaz olurdu. Hadis külliyatı sadece norm koymaz; yaşanmışlıkları da taşır. Burada ise norm vardır, olay yoktur.

 

Sıklıkla örnek verilen Kays b. Âsım anlatımı da bu tabloyu değiştirmez. Çünkü bu örnek açık biçimde İslam öncesine aittir; kişi Müslüman olduktan sonra geçmişte yaptığı fiili sorar. Aynı şekilde “Kız çocuğunu öldürmek isteyenlere masrafını ben karşılarım” diyen isimler de Müslümanlık öncesi vicdanî duruşlar olarak aktarılır. Bunlar, peygamberlik döneminde süren bir gelenekten ziyade, zaten sınırlı ve istisnai bir kötülüğe karşı insanî tepkilerin varlığını gösterir. Bu yüzden “Ayet var ama vakalar yok” tespiti, inkâr değil; tarihsel okuma sorumluluğudur.

 

Buradan şu sonuca varmak gerekir; kız çocukları meselesi, geçmişte kalmış bir vahşet hikâyesi değildir. Asıl tehlike, bu meseleyi sadece tarihe hapsetmektir. Çünkü zihniyet biçim değiştirerek yaşamaya devam eder. Bugün ne Doğu’da ne Batı’da erkek çocuk doğumunun kız çocuğu doğumundan daha fazla sevindirici bulunmadığını söylemek mümkündür. Artık kimse kızını toprağa gömmüyor olabilir ama değeri toprağın altına iten sayısız görünmez pratik sürüyor. İhmal, küçümseme, fırsat eşitsizliği, yük bindirme, sessizleştirme… Ceset yoktur, fakat hayat daraltılır. Bugünün cahiliyesi budur.

 

Bu zihniyet sadece erkekler üzerinden de yürümez. Kadınlar, anneler de çoğu zaman bu değersizleştirme dilinin taşıyıcısı hâline gelir. Erkek çocuk “Dayanak” olarak görülür, kız çocuk “Zaten bakar” diye düşünülür. Oysa hayatın çıplak gerçeği bambaşkadır. Hastalıkta, yaşlılıkta, yalnızlıkta, gündelik bakımda ve duygusal refakatte yükü çoğu zaman kız çocukları taşır. Erkek evlat zihinde bir güvenlik sembolü olarak durur; kız evlat ise hayatın ağırlığını omuzlar. Bu, psikolojik bir yanılsamadır. Dayanak zannedilen şey güçtür; ihtiyaç duyulan şey ise sadakat ve sürekliliktir.

 

Toplum, dışarıdaki gücü yüceltir; içerideki emeği görünmez kılar. Bu yüzden oğul övülür, kızın taşıdığı yük sessizlikle karşılanır. Bu sadece sosyolojik bir adaletsizlik değil, ahlâkî bir körlüktür. Çünkü insanı ayakta tutan şey, fetheden güç değil; hayatı sürdüren merhamettir. Kız evladın üstlendiği bakım, sadece bir hizmet değil; insanî varoluşun en temel biçimidir.

 

Bu noktada Hz. Muhammed’in soyunun Hz. Fâtıma üzerinden devam etmesi, salt biyolojik bir hadise olarak okunamaz. Bu, erkeklik merkezli soy ve değer anlayışına karşı sessiz ama derin bir anlam kırılmasıdır. Değerin cinsiyetle değil, emaneti taşıma kudretiyle ölçüldüğünü gösteren bir işarettir. Kız evladı tali gören zihniyete, tarihin tam merkezinden verilen bir cevaptır bu. Soy, güç ve erkeklik iddiasıyla değil; ahlâk, sadakat ve anlamla yürür.

 

Kız çocukları ne dün toprağın altında, ne bugün hayatın kenarında olmalıdır. Kur’ân’ın kınadığı şey sadece bir fiil değil, bir bakıştır. O bakış düzelmedikçe, gömme biçim değiştirir ama zihniyet kalır. Kız çocuğu meselesi bu yüzden bir tarih hikâyesi değil, insanın her çağda verdiği bir değer imtihanıdır. Bu imtihan, hâlâ sürmektedir.

 

Bize kız evlat lütfunda bulunan Rabbimize binlerce şükür olsun. 

Önceki ve Sonraki Yazılar