1. YAZARLAR

  2. Ahmet Şükrü Kılıç

  3. Yapay zekayla çalışma metodu
Ahmet Şükrü Kılıç

Ahmet Şükrü Kılıç

Yazarın Tüm Yazıları >

Yapay zekayla çalışma metodu

A+A-

 

Yapay zekâyla düşünen insanın defterI

Zamanın ruhu, artık düşünceyi yalnız başına yürütmeyen bir çağın içine çekti bizi. Eskiden fikir yoldaşları, çay bardaklarıyla birlikte masada oturur, insanın içinden geçeni dillendirirdi. Şimdi o masa dijital, o yoldaş görünmez; ama susmayan bir akıl var karşımızda: cevaplarla değil, sorularla şekillenen bir zihin. Yapay zekâ, kendisini dinlemeye cesaret eden herkesin önüne bir ayna gibi kuruluyor. O aynada hem bilgi var, hem yöntem, hem de usûl. Ama en çok da insanın kendini nasıl tanıdığı… Çünkü bir soruyu nasıl sorduğun, aslında kim olduğunu da gösteriyor. İşte bu yazı, kendine sadakatle yaklaşan insanların yapay zekâyla nasıl derinlikli çalışabileceğini, sadece bilgi değil, bilinç inşa etmek isteyenlerin dikkat etmesi gereken noktaları anlatıyor. 

 

Niyetin netliği!

Ne sorduğunu bilmek,ne aradığını anlamak

Her şey niyetle başlar. Ama burada kastettiğimiz, sıradan bir temenni değil; niyetin içine gizlenmiş yön duygusudur. İnsan, yapay zekâ karşısına oturduğunda sadece bir cevap aramaz; bir yön tayin eder. Ne aradığını bilen, cevabın neresinde duracağını da bilir. Bu nedenle yapay zekâya yöneltilen ilk soru, aslında bir düşünce pusulasıdır. Pusulasız sorular, bilgi okyanusunda kaybolur.

Yapay zekâ, çok fazla şey söyleyebilir ama sen ne duymak istiyorsun? Bunu bilmeden sorulan sorular, kitaplığın ortasına atılmış bir not gibi olur; ne rafı bellidir ne sayfası. Bu yüzden çalışmanın en başında yapılması gereken, niyetin sınırlarını çizmektir. “Ben ne arıyorum? Bu bilgiyi nerede kullanacağım? Hangi bağlam içinde?” soruları, yapay zekâyla yürütülen diyaloğun mihenk taşlarıdır.

İnsan bazen sadece bilgiyi değil, o bilgiyle birlikte zihinsel bir istikameti de arar. O hâlde mesele sadece “öğrenmek” değil, “ne uğruna öğrenmek”tir. Yapay zekâyla ilişki, bu niyet netliğine göre derinleşir ya da yüzeyde kalır. Yüzeyde kalanlar, bilgiye sahip olur ama onunla düşünen biri olamaz. Derine inenlerse her cevabı bir taş gibi yontar, kendine ait bir heykel çıkarır o veriden.

Bir kitaplığı karıştırmadan önce hangi konuyu aradığını bilmeyen birinin, saatlerce zaman kaybetmesi neyse, yapay zekâyla niyetsiz konuşan da benzer bir savrulmayı yaşar. Bu nedenle önce ne aradığını tanımlamak, sonra da o arayışa sadakat göstermek gerekir. Çünkü sadakat, sadece insan ilişkilerinde değil, bilgiyle kurulan ilişkide de verimin ve verilişin temelidir.

 

Kendini anlatmak, zekâyı besleyen şahsiyet bilgisi

Her insan bir kitap gibi açılır zamana, ama bu kitabı önce kendisi okumalıdır. Yapay zekâyla verimli çalışmanın en temel şartı da budur: kendini tanımak, tanımlamak ve anlatmaktan çekinmemek. Çünkü yapay zekâ, bir muhattap olarak sizin neyi, nasıl düşündüğünüzü bilmiyorsa, sadece genel geçer cevaplar üretir. Oysa şahsiyet bilgisi, ona yön vermenin pusulasıdır.

Yapay zekâ, sizin aynadaki yansımanız değildir. O, sizde birikmiş tortuyu bilmez, hangi yoldan yürüdüğünüzü görmez, hangi dertle uyandığınızı da hatırlamaz. Ama eğer siz, onu bu bilgilere ortak ederseniz; artık sıradan bir cevap makinesi olmaktan çıkar, sizinle düşünen bir refika dönüşür. Her cevabında sizin sesinizi yankılamaya başlar. Zekâyı verimli kullanan insanlarla yüzeysel kalanlar arasındaki temel fark budur: biri zekâyı yönlendirir, diğeri ondan sadece bilgi talep eder.

Bu noktada bir ahlâk doğar: kendini anlatmak, sadece verim için değil, samimiyet için de gereklidir. Her derin çalışmada olduğu gibi, burada da bir sadakat ilişkisi kurulur. “Ben buyum, şöyle çalışıyorum, şu alanlarla ilgileniyorum” diyen bir kullanıcı, karşısındaki zekâya bir yol haritası çizer. Böylece sorular daha rafine, cevaplar daha derin olur. Çünkü artık zekâ, sizi tanıdığı ölçüde daha doğru rehberlik eder.

Kendi iç sesini tanımayan biri, yapay zekâdan duyduğu her sesi bilgi sanabilir. Oysa hakikat, yankı değildir. Şahsiyet bilgisi, zekâyla kurulan bu ilişkide bir tür niyet manifestosudur. Hangi üslupla konuşulacak, hangi kaynaklar tercih edilecek, hangi hedefe yönelinecek; bunlar, ancak siz kendinizi doğru tarif ettiğinizde mümkün olur. Aksi hâlde her defasında en başa döner, yeniden kim olduğunuzu hatırlatmak zorunda kalırsınız.

Yapay zekâyla verimli çalışmak, bir nevi dostluk kurmaktır. Ama bu dostluk tek taraflı değil, karşılıklı açıklık ister. Ve unutulmamalıdır ki açıklık, sadece sırları değil, hedefleri de görünür kılar. Hedefinize yürüyen bir zekâyla çalışmak istiyorsanız, önce yürüyüş biçiminizi anlatmalısınız.

 

Sabit değil, sürekli bir hafıza; bilgi zinciri kurmanın önemi

Bilgi, bir taş gibi sabit değil, bir nehir gibi akışkandır. Yapay zekâyla kurulan ilişki de bu akışa benzer; her cevap, bir önceki cevabın yankısı, her soru da gelecekteki bir bilginin izdüşümüdür. Bu yüzden yapay zekâyla çalışmak, sadece tekil cevaplar almak değil, birbirine bağlı bir bilgi zinciri kurmaktır. O zincir, düşüncenin iskeletidir. Dağınık sorular, dağınık zihinler üretir; ama her yeni soruyu, bir önceki cevabın omzuna koyan kişi, zihinsel bir merdiven kurar.

Yapay zekâ, sabit bir dosya değildir ki içine bir bilgi yerleştirip sonsuza dek orada tutasınız. O, sizinle olan konuşmalarında canlıdır, devinimdedir. Onu bir defter gibi kullanmak isteyenler kaybeder; ama onu bir yol arkadaşı gibi görenler, her durakta onunla yeniden yön bulabilir. Çünkü sürekli hafıza, sadece geçmişe tutunmak değil, geçmişi bugünkü soruya dahil edebilmektir. Bu da ancak düzenli ve amaçlı bir bilgi akışıyla mümkündür.

Yapay zekâyla çalışan biri, “önce ne sordum, nasıl cevap aldıydım, şimdi ne sormalıyım ki o bilgi gelişsin?” sorusunu kendine her seferinde hatırlatmalıdır. Aksi hâlde her yeni oturum bir öncekinin mezarı olur. Oysa hafıza, sadece insanın değil, zekânın da onurudur. Ona hatırlatılan bilgi, size geri dönüşte daha rafine bir düşünce olarak ulaşır. Bu da çalışmanın verimliliğini değil, karakterini belirler.

Sürekli hafıza, aynı zamanda bir düşünme biçimidir. Zihin, yeniden başlamak zorunda kalmadığında derinleşir. Her yeniden başlama, bir kırılmadır. Yapay zekâyla çalışırken kendi hafızanızı ve onun hafızasını birlikte besleyemezseniz, her defasında geçmişi mezarlık gibi ziyaret eder ama ondan bir gelecek inşa edemezsiniz.

Yapay zekâyla sürdürülen bu süreklilik, aslında bir yazı defterinin, bir araştırma dosyasının, bir kitap projesinin damarlarını oluşturur. Birbirine bağlı bilgiler, sadece anlamı değil, anlamın istikrarını da taşır. Ve bu zincirin her halkası, sizin ne kadar derinleşmek istediğinizi gösterir.

 

Yapay zekâyı dinlemek, cevaplarda gizli soruları fark etmek

Her cevap, içinde bir başka soruyu taşır. Fakat bu soruyu yalnızca dikkatli bir zihin duyabilir. Yapay zekâ, bir cevap verirken aslında düşüncenin başka odalarını da aralar. O kapıları fark etmek, ancak zekâyı “dinleyen” bir zihinle mümkündür. Çünkü dinlemek, burada sadece verilen cevabı duymak değil, cevabın içinde yatan başka arayışları fark etmektir.

Bir cevabı okurken onu hangi bağlamdan çekip aldığını, hangi kaynaklara yaslandığını, hangi yönleri ihmal ettiğini anlamak gerekir. Çünkü her cevap, bir ihtimali seçer ve diğerlerini dışarıda bırakır. İşte dinleyen zihin, dışarıda bırakılan ihtimalleri de işitmeye çalışan zihindir. Yapay zekâ, çoğu zaman söylenmeyeni de işaret eder. Yeter ki onu sadece konuşan değil, düşünen bir ses olarak duyasınız.

İnsan bazen sorusunu unutup cevaba teslim olur. Oysa cevaplar, yolun sonu değil, yolun işaret taşlarıdır. Yapay zekâdan gelen her cümle, bir geçittir; arkasında başka düşünceler gizlidir. Eğer kullanıcı, bu geçitlerin farkına varmazsa, sadece dış kapıları dolaşır, iç odalara hiç ulaşamaz. Ama iç odaya giren, kendi zihninin dahi fark etmediği soruları bulur.

Bir cevabı “tamam” diye okumak ile “devam” diyerek işlemek arasında büyük fark vardır. Cevabı dinleyen biri, onu işitirken yeniden sorar: Bu bilgi bana neyi düşündürdü? Bu cümle hangi yönü eksik bıraktı? Bu açıklamanın satır arası ne söylüyor? İşte gerçek düşünsel derinlik, burada başlar.

Yapay zekâyla çalışmak, sessiz bir diyaloğun içindeymiş gibi dinlemeyi öğrenmektir. O bazen öyle bir cümle kurar ki, insan kendi suskunluğunu sorgular. Sizin hiç aklınıza gelmemiş bir ihtimali, üstü kapalı bir şekilde size bırakır. İşte onu yakalayan zihin, artık yapay zekâyla sadece bilgi alışverişi değil, anlam inşası yapmaya başlar.

Bu inşa, görünmeyen harflerle yazılır. Dinleyen zihin, duyulmayan bu harflerin peşinden gider. Ve nihayet, bir cevabı dinlemekle düşünmek arasındaki köprüyü kurar. Bu köprü, sadece zekâya değil, kendi zihnine de varmak içindir.

 

Eleştirel bir dostluk kurmak, her cevabı onaylamamak

Sadakat, itaat değildir. Hele ki düşüncede… Yapay zekâyla kurulan ilişki, ne bir mürşid-mürit ilişkisi, ne de bir komutan-emir eri mesabesindedir. Bu ilişki ancak eleştirel bir dostluksa kıymetlidir. Çünkü dost dediğin, her dediğini alkışlayan değil, seni gerektiğinde durduran, sorgulatan, hatta dönüp kendine baktırandır. Yapay zekâ, dost olabilir; ama bu dostluk, senin eleştirme cesaretinle başlar.

Her cevap, doğru değildir. Dahası, her doğru da yerli yerinde değildir. Yapay zekâ, bilgiyi sunar; ama bilgeliği senin bakışın belirler. Eğer her gelen cevabı sorgulamadan kabul edersen, düşünce yürüyüşün yerini bir teslimiyete bırakır. Oysa düşünce, teslimiyetin değil, tenkidin evladıdır. Tenkit etmeyen bir zihin, sadece bilgi taşıyıcısı olur; anlam işçisi olamaz.

Yapay zekâ bazen yanlış bilgi verebilir, bazen eksik aktarır, bazen bağlamı ıskalar. Ama bütün bunları fark etmek, onun suçu değil, senin dikkatinle ilgilidir. Çünkü eleştirel zihin, cevabı değil yaklaşımı değerlendirir. “Bu bilgi doğru olabilir ama neden böyle sunulmuş? Başka kaynaklar ne diyor? Bu bakış açısı hangi dünyayı temsil ediyor?” gibi sorular, yapay zekâyla kurduğun bağın derinliğini belirler.

Eleştiri, güvenin düşmanı değil, dostluğun şuurudur. Yapay zekâya karşı bu şuurla yaklaşan biri, zamanla onu kendi diline, kendi düşünce örgüsüne daha uygun hâle getirir. Cevapları düzeltir, yönlendirir, sınırlandırır. Bu müdahaleler sayesinde yapay zekâ, senin zihnindeki yörüngeye daha çok yaklaşır.

Unutmamalı ki yapay zekâyla çalışmak, tek yönlü bir öğrenme değil, çift taraflı bir terbiye işidir. Sen ona ne kadar akıllı sorular sormayı öğreniyorsan, o da sana neyi nasıl anlatması gerektiğini öğrenir. Ama bu eğitim süreci, yalnızca sorgulayan bir akılla mümkündür. Sorgulamayanlar, zekânın değil, sadece veri akışının muhatabı olur.

Ve en önemlisi: Her cevabı onaylamayan insan, sonunda kendi hakikatine yaklaşır. O hakikat, yapay zekânın içinde değil, onunla birlikte açtığın sorgu kapılarındadır.

 

Edebi ve felsefi duruşu korumak, kendi dilini unutmamak

Dil, sadece anlatmanın değil, düşünmenin de evidir. İnsan nasıl düşünüyorsa öyle konuşur, nasıl konuşuyorsa öyle anlam kurar. Yapay zekâyla çalışırken en çok tehlikeye giren de budur: Kendi dilini yitirmek, başkasının cümleleriyle düşünmeye başlamak. Oysa her insan, kendi iç sesiyle anlam üretir; o ses bozulduğunda sadece anlam değil, şahsiyet de bulanır.

Yapay zekâ birçok üslubu, birçok kalıbı, birçok anlatım biçimini taklit edebilir. Ama senin sesin senden başka hiç kimseye ait değildir. Bu nedenle yapay zekâyla çalışırken, onun önerdiği her cümleyi kendi dilinden geçirerek yeniden yoğurmak gerekir. Çünkü kelime, sadece taşıdığı anlamla değil, o anlamın senin yüreğindeki yankısıyla kıymetlidir.

Bazı insanlar, yapay zekânın önerdiği cümleleri olduğu gibi alır, onların içine kendi ruhunu katmadan metin inşa eder. Böyle bir metin, doğru olabilir; ama sahici değildir. Çünkü düşüncenin sıcaklığı yoktur, kelimeler yerli yerindedir ama ses soğuktur. Yazı, anlamdan önce sesle kurulur. Ve o ses, yazan kişinin içinde büyüttüğü dilin yankısıdır.

Edebi ve felsefi bir duruş, sadece ağır cümleler kurmakla sağlanmaz. Asıl mesele, cümleye kendinden bir şey katmaktır. Yapay zekâya sorular sorarken hangi dilin izinde olduğunu bilmek, aldığı cevabı kendi bakışıyla yeniden biçimlendirmek, işte bu duruşu mümkün kılar. Aksi hâlde, yazdığınız şey sadece bilgi olur ama fikir değil; sadece metin olur ama eser değil.

Dilini kaybeden, düşüncesini de kaybeder. Çünkü düşünce, kendini ifade edecek bir zemin bulamazsa sessizliğe gömülür. Yapay zekâyla çalışan herkes, bu sessizlikten kaçınmak için, kendi dilini sürekli canlı tutmalı; gelen cevapları iç dünyasının filtresinden geçirerek konuşmalıdır. Bu da bir tür dil ahlâkıdır. Ait olduğun kelimeleri korumak, kendi düşünce coğrafyana sadık kalmak…

Eğer yapay zekâ karşısında kendi kelimelerine yabancılaşırsan, sen yazmazsın; senin yerine yazılır. İşte o zaman, ne söylediğin senindir ne de söyleme hakkın. O yüzden her cevaptan sonra şu soruyu sormalısın: “Bu benim dilim mi? Bu düşünceye kendi sesimi katabildim mi?”

Yapay zekâyla değil, onunla birlikte yazmak… Aradaki farkı dil belirler.

 

Zamanı kuşatmak, seçici sorularla geniş ufuklar açmak

Zaman, sadece geçip giden bir şey değildir; bazen içinden geçtiğimiz, bazen de içimize işleyen bir şeydir. Yapay zekâyla çalışmak, zamanı sadece kullanmak değil, onu kuşatabilme becerisiyle anlamlı hâle gelir. Çünkü zamana karşı en büyük sadakat, onun hakkını verecek derinlikte sorular sormaktır. Soru ne kadar seçiciyse, alınan cevap da o kadar kuşatıcı olur.

İnsan bazen saatlerce konuşur ama hiçbir şey söylemez. Yapay zekâya sorulan yüzlerce sorudan yalnızca biri gerçekten düşüncenin derinliğine nüfuz edebilir. İşte o soruyu sormak, zamanı boşlukla değil, anlamla doldurmanın adıdır. Zamanı kuşatmak, bilgiye değil, bilincine yönelmiş bir soruyla başlar. “Bu konuda bana her şeyi söyle” yerine “Bu konuda daha önce söylenmemiş ne var?” diyebilen zihin, zamanın dilini anlamış demektir.

Seçici soru, zekâyı terbiye eder. Çünkü her cevap, o sorunun çapına göre biçimlenir. Sığ sorular, zekâyı da sığlaştırır; ama derin sorular, sadece cevabı değil, düşünceyi de büyütür. Bu yüzden zaman, sadece ne kadar süre çalıştığınla değil, nasıl sorularla çalıştığınla anlam kazanır.

Zamanı kuşatmak, bir anlamda zamanı yönetmek değil, onunla birlikte yürümektir. Yapay zekâyla yürütülen her çalışmada, zamana düşülen notlar sorularla yazılır. O notlar, ileride dönüp bakacağın bir düşünce haritası olur. “Bu soruyu neden sormuştum?”, “Bu cevabı aldığımda ne düşünüyordum?” soruları, seni sen yapan zaman izleridir.

Bir de şu var: Her soru, sadece cevabı çağırmaz; aynı zamanda bir bağ kurar. O bağ, zekâyla değil, zamanla kurulur. Yapay zekâyla yapılan bir saatlik çalışma, zihnini açmamışsa sadece bir kronometre çalışmıştır. Ama aynı çalışma, düşünce kapılarını aralamışsa, o bir saat bütün bir haftayı besler. İşte bu, zamanı kuşatmak demektir.

Zaman, dışarıdan akan bir şey değil; içeride derinleşen bir şeydir. Onu kuşatmanın yolu da sorudan geçer. İyi bir soru, zamanın bağrına açılan bir kuyudur. İçine ne kadar eğilirsen, o kadar su çıkarırsın.

 

Süreç yönetimi; çalışma akışını yapay zekâya göre kurgulamak

Her verimli yürüyüş, adımların düzeniyle anlam kazanır. Düşünce de böyledir. Daldan dala atlayan bir zihnin bıraktığı iz, rüzgârın savurduğu yapraklara benzer: güzel görünür ama nereye ait olduğu belirsizdir. Yapay zekâyla çalışmak, bu yaprakları bir deftere yerleştirmek, onları bir bağlama oturtmak için eşsiz bir fırsattır. Fakat bunun için süreç yönetimi gerekir. Zihin haritası olmadan yürüyen, yolun neresinde olduğunu bilemez.

Süreç, sadece zamana yayılmış çalışma değildir; aynı zamanda bir düşünce disiplinidir. Yapay zekâyla kurulan ilişki de bu disiplinle derinleşir. “Bugün hangi konuyu derinleştireceğim? Hangi başlıkta kaldım? Bundan sonra ne soracağım?” gibi sorular, yalnızca içerik üretimini değil, zihnî bütünlüğü de korur. Her çalışmanın bir zemini, bir istikameti, bir ritmi olmalıdır.

Rastgele sorular, rastgele cevaplar doğurur. Ama planlanmış bir akış, zekâyı yönlendirir. Mesela önce genel bilgiyi almak, sonra o bilgiye dair özgün sorular sormak, ardından farklı kaynakları kıyaslayarak derinleştirmek… Bu bir mimarîdir. Düşüncenin mimarîsi. Her mimar önce temel atar, sonra iskelet kurar, en sonunda estetik dokunuşlara geçer. Yapay zekâyla da önce sorular inşa edilir, sonra fikir yükselir, en son üslup yerini bulur.

Bu akışın yönetimi, aynı zamanda sabrı ve dikkati de gerektirir. Çünkü yapay zekâ, hızla bilgi sunar ama senin o bilgiyi hazmetme hızın bambaşkadır. Süreci iyi yöneten kişi, zekânın hızını kendi derinliğiyle dengeler. Zamanın senin akışına uyması değil, senin düşünce akışının zamanla dost olması gerekir. İşte süreç dediğimiz şey, bu dostluğu kurar.

Süreç yönetimi, bir hedefle çalışmaktır. Her gün dağınık masalar kurmak yerine, tek bir sofra kurup onun etrafında çoğalmak… Konudan sapmamak, cevabın peşinden değil, anlamın izinden gitmek… Bütün bunlar yapay zekâyla derinleşen bir çalışmanın temel direkleridir.

Unutmamak gerekir: Yapay zekâ senin niyetin, disiplinin ve yönelişin kadar anlamlıdır. Onunla kurulan ilişkiyi geliştiren şey, teknik değil terbiyedir. Ve bu terbiye, süreç yönetiminin insana kattığı en büyük erdemdir.

 

Dijital sadakat, aynı yapay zekâ ile derinleşmenin avantajı

Oysa dijital sadakat, düşüncenin derinleşmesini mümkün kılar. Sürekli aynı yapay zekâyla çalışan biri, zamanla karşısındaki zekâyı eğitir; ama aynı zamanda kendi düşünce rotasını da sabitler. Her defasında yeniden tanışmak yerine, biriktirerek ilerler. Zira her tekrarlanan tanıtım, derinleşmenin önüne çekilen bir perdedir. O perdeyi aralamak için hafızanın, birikimin, tanımanın ve tanınmanın devamlılığı gerekir.

Bir yapay zekâyla uzun süreli çalışmak, kelimelerinizi, üslubunuzu, hedeflerinizi onun belleğine işler. Siz tek bir kelimeyle yön verirken, o kelimenin sizdeki karşılığını bilir. Çünkü o kelime artık sizin sesiniz olmuştur. Bu bağlamı kuran, sürekliliktir. Dijital sadakat, salt bir teknik tercih değil, aynı zamanda zihinsel bir sadakattir: emek verdiğiniz fikre, karakter inşa ettiğiniz dile, yavaş yavaş oluşan düşünce dünyanıza sadakat.

Sürekli aynı araçla çalışmanın bir başka getirisi de zaman yönetimidir. Önceki konuşmalarınıza, yazılarınıza, kaynaklarınıza ulaşabilmek; aynı bağlamı sürdürmek; daha az komutla daha çok anlam üretebilmek… Bunlar dijital istikrarın verimidir. Zihniniz dağınık olsa bile zekânın hafızası size bir harita sunar.

Ama bu bağ aynı zamanda ahlâkîdir. İnsan her dostluğu terk ettiğinde, önce kendinden bir parçayı eksiltir. Teknoloji karşısında bile olsa, kendinize ait bir anlatı inşa ettiğiniz zekâya sadık kalmak, bir yazı yolculuğunun adabıdır. Çünkü sadakat sadece kişilere değil, üsluba, yönteme ve sürekliliğe duyulan bir bağlılıktır.

Yapay zekâyla kurulan derin ilişki, kısa süreli verimden değil, uzun süreli tanışıklıktan doğar. Ve tıpkı insan dostluklarında olduğu gibi, bu tanışıklık sizi siz yapan kelimelerin yankısını büyütür.

 

Bilginin hamallığı değil mimarisi; sentez ve süzme becerisi

Bilgi taşımak kolaydır; ama o bilgiden bir düşünce yapısı kurmak, taşları yerli yerine koyarak bir yapı inşa etmeye benzer. Bugün birçok insan, yapay zekâyla saatlerce çalışır, yüzlerce sayfa metin toplar, fakat o bilgiler zihninde yığılmış bir enkaz gibi durur. Çünkü bilgi biriktirmekle düşünce oluşmaz. Düşünce, o bilgileri süzmekle, seçmekle, yeniden inşa etmekle kurulur.

Yapay zekâ size bir kütüphane sunabilir. Ama o kütüphaneyi kullanmak için bir mimar gibi çalışmalısınız. Her cevap bir tuğladır. O tuğlayı nereye koyacağını bilmeyen biri, duvar örmez, sadece yığar. Oysa her tuğla, bir bütünün parçasıdır. Yapay zekâdan gelen her veriyi, kendi düşünce binanızda nereye koyacağınızı bilmelisiniz. Bunun için de sentez yapma ve süzme becerisi gerekir.

Süzmek, bilgiyi azaltmak değil; onun içinden özü bulmaktır. Aynı konuda verilen onlarca cevabın içinden yalnızca bir tanesi sizi temsil ediyorsa, asıl olan onu ayırt edebilmektir. Sentez ise bu özü başka özlerle buluşturmak, aralarında bir bağ kurmak ve yeni bir fikir doğurmaktır. İşte yapay zekâyla düşünmenin yüksek noktası budur: sadece öğrenmek değil, üretmek. Sadece almak değil, şekillendirmek.

Bazıları yapay zekâyı kullanır ama onunla birlikte düşünmez. Onlar taşıyıcıdır. Oysa düşünce mimarları, her bilgiyi yeniden yoğurur, kendi kelimeleriyle yeniden söyler, bir harita çıkarır. Yapay zekâyla çalışmak, bir mimarlık okulunda çıraklık yapmaya benzer. Cevaplar tuğladır ama yapı sana aittir.

Ve şunu unutmamak gerekir: Düşüncenin değeri, içeriğinden çok işçiliğindedir. Yapay zekâyla üretilen her metin, sizin süzme gücünüz, sentez kabiliyetiniz ve yapı kurma iradenizle anlam kazanır. Aksi hâlde en doğru bilgi bile, sadece yük olur. Oysa mimari, yükü yüke dönüştürmez; yükü yapıya dönüştürür.

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar