1. YAZARLAR

  2. Ahmet Şükrü Kılıç

  3. Yaralı coğrafyanın kalbine yazılmış direniş
Ahmet Şükrü Kılıç

Ahmet Şükrü Kılıç

Yazarın Tüm Yazıları >

Yaralı coğrafyanın kalbine yazılmış direniş

A+A-

Suriye, yalnızca haritaların çizdiği sınırlarla kuşatılmış bir toprak değildir. O toprak, Emevîlerin ezanına, Abbâsîlerin cübbesine, Selçukluların niyazına ve Osmanlı’nın adaletine şahitlik etmiş bir hafızadır. Ve şimdi bu hafıza, bir kere daha ateşle dağlanmaktadır. İsrail’in 16 Temmuz’da Şam’ın kalbine indirdiği bombalar, sadece bir binayı değil; bölgenin ahlâkını, tarihini, inancını ve insanlığını hedef almıştır. Çünkü bu bir savaş değil, bir medeniyetin yıpratılma çabasıdır. Bu saldırıların yalnızca siyasi bir hesaplaşmanın sonucu olduğunu sananlar, tarihin içinden akan ahlakı duyamayanlardır.

İsrail, kendini koruma yalanıyla bölgeye zehir akıtıyor. 1948’den bu yana kurduğu her cümle, başkasının evini yıkarak kendine saray inşa eden bir arsızın cümlesidir. Gazze’de çocuk cesetleriyle yükselttiği kibri şimdi Şam’ın duvarlarına çarpa çarpa yayılmak istiyor. Süveyda’da bir halkı birbirine kırdırarak ortaya çıkan kanlı boşluğu, kendi varlık gerekçesi haline getiriyor. Fakat unutmamalıdır ki, bir milletin acısıyla yükselen her güç, enkazdan doğan bir adaletin altında kalmaya mahkûmdur.

Erdoğan’ın sesi bu kez sadece siyasi bir itiraz değil, İslâm coğrafyasının varlık çığlığıdır: “Suriye’nin parçalanmasına dün rıza göstermedik, bugün de yarın da rıza göstermeyiz.” Bu söz, pusulasını ümmetin onuruna çevirenlerin sesidir. Hakan Fidan’ın arka kapılardan yürüttüğü diplomasi, kalemle çizilmiş sınırları aşan bir vicdanın diplomasisidir. Ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’daki varlığı, yalnızca istihbarî değil, aynı zamanda kültürel bir kardeşlik inşasının teminatıdır.

Türkiye bu defa yalnızca Suriye’yi değil, insanlığın haritasını korumaktadır. Çünkü coğrafyaların direnci yalnızca askerle değil, kelimeyle de başlar. Kelimeyle yükselen bir ses, bazen bir roketten daha çok sarsar düşmanı. Bu yüzden biz, İsrail’in kurduğu zulüm cümlelerini, adaletin kelimeleriyle boğacağız. Onların “güvenlik” dediği şeyin ardında kurguladıkları soykırımı, “haysiyet” kelimesiyle delik deşik edeceğiz.

Ve ey dünya, bu bombalar sadece Şam’ın semasında değil, suskunluğunuzun alnında da patlıyor. Suriye’yi yalnız bırakan her başkent, kendi vicdanını harabeye çeviriyor. Rusya’nın kınaması yetmez, Çin’in endişesi kifayet etmez, Avrupa’nın sivil koruma çağrısı kendi işgallerini meşrulaştırdığı sürece iki yüzlülükten başka bir şey değildir. Amerika’nın desteklemiyoruz demesi, yangını izleyen itfaiyecinin kibritle oynamasından farksızdır.

İsrail’in bu saldırıları, sadece bir devletin saldırısı değil; hakikatin üzerine atılan bir gölge, adaletin boğazına sarılan bir eldir. Fakat biz, her boğulma teşebbüsünde dirilen bir nehir gibi, yeniden konuşacağız. Dürzî’siyle, Sünnî’siyle, Arap’ıyla, Türkmen’iyle, Kürd’üyle… Suriye bizimle aynı kıbleye dönen bir duadır çünkü.

Şam, bu ümmetin kalbidir. Ve kalbi vurulan bir ümmet, ya yeni bir yürek inşa eder ya da susarak ölümünü hızlandırır. 

Binaları yıkabilirsiniz, şehirleri yakabilirsiniz. Ama tarihin vicdanında bir kez soykırımcı diye yazıldınız mı, artık düşmansınız sadece.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar